Allah Korkusunun Toplum Hayatındaki Yeri ve Önemi-Vehbi AKŞİT
Güncelleme tarihi: 7 Şub 2022
Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
“Ey İman Edenler! Allah ’tan korkun ve herkes, yarın için göndermiş olduğuna baksın. Hem Allah ’tan korkun; çünkü bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” [1]
Allah ’tan gerçek manada ve hakkıyla korkmak, insanı dünya ve ahiret saadetine kavuşturur. Allah korkusu her türlü iyiliğin, faziletin, hikmet ve adaletin başıdır, kaynağıdır.
Unutmamak gerekir ki, Allah korkusu iman ve ilim derecesidir. Bu bakımdan Allah ’tan en çok korkanlar imanı son derece kuvvetli olanlar ve alimlerdir. Bunun dışında kalanlar ise imanları ve ilimlerinin derecesi ölçüsünde Allah ’tan korkarlar.
Allah ’tan korkun. O’na ibadet ve itaat edin. Herkes yarın için, kıyâmet günü için yaptığı amellerine baksın. İyi biliniz ki, Allah , herkesin yaptığı hayır ve şer ne varsa hepsini biliyor.
Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayet, bu konu ile ilgili ifadelerle dolu… Bu korkunun esası: Allah ü Teala’nın herşeyi bildiği, gördüğü, duyduğu ve bir gün bunların hesabını soracağı esasına dayanır. Yapılan hiçbir iyilik veya kötülüğün zayi olmayacağı, hiçbir mücrimin hesap ve cezadan kurtulma şansının bulunmayışı, Allah ’ın azabının çetin ve önüne geçilmez oluşu, bu korkuyu meydana getirir.
Gerçekten ahlakı yükselten, insanı faziletin zirvesine ulaştıran Allah korkusudur. Allah korkusu diğer korkulardan hiçbirine benzemez.
Din Psikolojisi’nde korku iki kısma ayrılır:
Birinci kısmı insanı korktuğu varlıktan uzaklaştırır.
Mesela: Issız bir ormanda yalnız başına kalan bir insan, yırtıcı ve vahşi hayvanlardan korkmaya başlar. Bunun için de ormandan bir an evvel uzaklaşmak, kaçıp kurtulmak ister. Kurtuluşu korktuklarından kaçmakla bulur. Öyle kabul eder.
İkincisi ise, insanı korktuğu şeye yaklaştıran korkudur:
Mesela: Bir çocuk hata yapar, hata nedeniyle de anasından, babasından korkar. Babasının hiddet tokadını yemiş olsa bile, yine kendisini babasının şefkat ve merhametle dolu olan kucağına atar. Selameti orada bulur. Yani kurtuluşu korktuğu babasından kaçıp uzaklaşmakta değil, babasına yaklaşmakta, onun merhamet kucağına sığınmakta bulur.
Bunun gibi Allah ’tan gerçek anlamda korkan insan da Allah ’tan korkmakla O’nun merhametine sığınacak ve emirlerine teslim olacaktır.
Allah korkusunu, korktuğuna yaklaşma anlamında alacağız. Bir insan için en büyük saadet, Rabbinin hiddet tokadını yiyince, O’nun şefkat ve merhametine sığınmada ve emirlerine teslimiyettedir.
Aslında Allah korkusu; Allah ’a karşı hürmet ve ta’zim manasınadır. Bir kimsenin düşmanından hissettiği korku manasına değildir. Allah korkusu, Allah ’ın emirlerine itaat, nehiylerinden çekinmek şeklinde tecelli ederse makbüldür. Allah korkusunun da, Allah sevgisinin de bir başka yoldan izahı yoktur. [2]
Allah korkusu ile Allah ’a ve Rasülüne itaat birbiri ile aynı ölçüde artar ve eksilir. Korku ne derece ise itaat da o derece olur. Allah ’tan korktuğunu veya Allah ’ı sevdiğini iddia eden fakat O’na isyan halinde bulunan, isyanda devam eden kimsenin iddiasına itibar edilmez.
Kur’an-ı Kerim’de Lokman (a.s.)’ın oğluna yaptığı nasihat anlatılır. Hazret-i Lokman, Allah korkusunu anlatırken der ki:
“Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah , en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.” [3]
Bilmek ve tanımak sevgiye, sevgi ise hakiki bir imana bağlıdır.
Hakiki iman sahibi ise, Rabbinin sevgisini kaybetmekten korkar.
İşte Allah (c.c.)’ın korkusunu bu seviyeye vardırmak lâzımdır.
Zira bunun özünde Allah ’a aşık olmak vardır. Allah ’a aşk ve muhabbetle, gönülden gönüle gelen sevgiyle ve istekle yapılan ibadet ise, O’nun gazabından ve azabından korkuyla yapılan ibadetten daha kıymetlidir. [4]
Allah korkusunu gönlünde taşıdığını ifade eden bir mü’min, Allah ’ın huzurunda haftadan haftaya, aydan aya da bayramdan bayrama alnını secdeye koyuyorsa, kendini yalanlamış olur.
Allah ’ı hatırlamanın ve O’ndan korkmanın en büyük alameti namaz kılmaktır. Beş vakit namaz mü’mine kesinlikle farzdır. Hac ve zekat zenginlik olursa farzdır ama namaz, hiçbir şart aranmaksızın müslüman, akıl-bâliğ erkek ve kadına kılınması farz olan en büyük ibadettir.
Günde beş defa yüce Mevlamızın huzurunda durup hesaba çekildiğimizi düşünmek, insanı ne denli büyük kazançlara ulaştırır. Allah ’tan korkusu onu eritir, “yarın nasıl hesap vereceğim” diye düşündürür. Harama el uzatmak, haktan ayrılmaz, herkese yardım eder.
ALLAH ’TAN HAKKIYLA KORKAN
Yüce Rabbbimiz bir ayet-i kerimelerinde şöyle buyuruyor:
“Allah ’ın kulları içinde O’ndan hakkıyla korkanlar, alimlerdir.” [5]
Alimler, Allah ’ı bilen ve O’na tazimde bulunarak saygı besleyenlerdir.
Bir hadiste: “Rütbelerin en yükseği ilim mertebesidir” denilir.
Ayette bahsi geçen ilim, imanla birleşen ilimdir.
Çünkü iman ahiret hayatını da garanti altına alır; imansız ilim ise insanlara sadece geçici dünya faydaları sağlar. [6]
Böyle bir iman ve korku, insanı bütün fenalıklardan uzaklaştırıp, üstün meziyetlere sahip kılar. Allah korkusu, insanı olgunlaştırır, kemale erdirir. Nefsin esaretinden, şeytanın tuzağından kurtarır.
GERÇEK KORKU
Allah ’tan hakkıyla ve gerçek manada korkmamız istenmekte ve hatta emredilmektedir. Şöyleki Cenab-ı Hak bir ayet-i kerimede:
“Ey iman edenler! Allah ’tan nasıl korkmak gerekiyorsa (lâzımsa) öylece korkunuz ve ancak müslümanlar olarak can veriniz. ” [7]
Müfessirlere göre “Allah ’tan, O’na yaraşır şekilde korkma”nın anlamı, müslümanın, bütün varlığı ile Allah ’ın emirlerini yerine getirmeye ve yasaklarından kaçınmaya çalışmasıdır.
Nitekim Abdullah b. Mesud (r.a.) ayetin bu kısmını şöyle açıklamıştır:
“O’na asi olmayıp itaat etmek, nankör olmayıp şükretmek ve O’nu unutmaksızın hep hatırda tutmak.” [8]
Allah ’tan hakkıyla korkmak Bakara Suresinin ( ) 2. ayetinde açıklandığı gibi, “takva mertebelerinin en mükemmelidir” ki, iki mana ile düşünülür:
1. Birisi her yönden Allah ’a itaat edip, hiç isyan etmemek, daima zikir (Allah ’ı anma) üzere bulunup, hiç unutmamak ve her halde şükredip hiçbir nankörlüğe düşmemektir ki, ilâhi şan ve büyüklüğe lâyık olmak manasına “Hak takva” demektir.
2. İkincisi, Allah yolunda hakkıyla, gücünün yettiği kadar gayret etmek ve bu konuda hiç kimsenin kınamasından korkmamak, hatta anası, babası veya kendi aleyhinde bile olsa Allah için adalet ve doğruluktan ayrılmamaktır ki, bu hak vücub (lüzumlu, gerekli) ve sabit olmak manasınadır. [9]
Merhum Mehmet Akif ERSOY da, fazilet hissinin kaynağını bakın ne güzel ifade etmiş:
“Ne irfandır veren ahlâka, ne vicdandır;
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.”
Hazret-i Ömer (r.a.), bir gece tebdil-i kıyafet ederek şehri dolaşmaya çıkar. Şehrin dışında çadırımsı bir evde garip sesler duyar. Eve yaklaşır ve görür ki; bir adam evdeki kadına zorla tecavüz etmek ister. Namuslu kadın ise, şiddetle karşı koymaya çalışarak bağırmaktadır. Adam:
– Aman kadın sus! Bu sesi sonra Hz. Ömer duyar, beni cezalandırır.” Der. Bunun üzerine kadın:
– Behey zalim! Ömer seni cezalandırır da, Hz. Ömer’i, seni ve beni hatta bütün kâinatı yaratan, yoktan var eden Allah cezalandırmaz mı? Hz. Ömer bir insan olduğu halde korkarsın da neden Allah ’tan korkmazsın?” diye çıkışır.
Bu haklı sözler karşısında mütecaviz adam derhal kendisine gelir, nefsine uymaktan vazgeçer, ağlamaya başlar. Tevbe-istiğfar eder. Kadından da af ve özür diler. Nedamet hisleri ile çıkar gider!….
HAŞYET VE SAYGIYLA KORKMAK
“Gerçekten Rablerine olan haşyetlerinden dolayı saygıyla korkanlar.” [10]
Ayette geçen “haşyet” ve “saygıyla korkmak” bir ruh halidir ki kitaplardan değil yaşayarak öğrenilir. Genelde “saygıyla korkanlar” manası verile “müşfikûn” teriminde bile denge bariz biçimde görünüyor. Birbirlerine zıt gibi gelen “saygı” ile “korku” aslında ferdin Allah karşısındaki ruh halini dengeleyen eşit iki ağırlık. Hemen sonraki ayetlerde bu denge kendini daha açık bir biçimde belli ediyor:
“Ve onlar Rablerine döneceklerinden dolayı verdiklerini kalpleri ürpererek verirler.” [11]
Evet, vereceksiniz; ama vermiş olmanın sevinci, şımarıklığı ve gururu yerine dönüp bir de ürperti duyacaksınız; hem de ta yüreğimizde… Vermiş olmanın getirdiği “umudunuza”, verdiğinizin kabülünden, amelinizin salih olup olmadığından emin olamamaktan gelen bir “korku” ile dengeleyeceksiniz. Eğer bu şekilde yapabilirsek, bir hayrı, hayırlı bir usül, hayırlı bir niyet ve hayırlı bir gaye için yapan “hayırlılar” dan olmanın muştusu da Kur’an’dan:
“İşte, onlar hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedir.” [12]
Allah ’tan hakkıyla korkmak, ferdin ahlâkını yükseltir. Aileye huzur verdiği gibi, cemiyetin de huzur ve refahını temin eder. Çünkü insan daimi olarak yaratanın (Allah ’ın) murakabesi altında olduğuna inanır. Başkalarının haklarına tecavüz etmez, harama yaklaşmaz. Allah ’ın emirlerinden Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sünnetinden dışarı çıkmaz. Hak ve hakikatten ayrılmaz. Çünkü Allah ’ın gerçek dostları böyle yaparlardı…
Bir misâl:
Hz. Ömer (r.a.), Muaz b. Cebel’i tahsilata göndermişti. Dönüşte evine hediyesiz geldiği için, hanımı sordu:
– Hani tahsil ettiğin şeylerden bir miktar olsun bize getirmedi mi? Hz. Muaz hanımına şöyle cevap verir:
– Bir şey alamadım, zaten alamazdım da. Çünkü yanımda bir murakıb vardı.
Kadın buna fena halde kızdı ve içerledi:
– Yâ! Öyle mi? Sana Peygamber (s.a.v.) güvenirdi. Hz. Ebubekir de güvenirdi. Demek Hz. Ömer güvenmedi de yanına murakıb görevlendirdi.” Dedi.
Ve Muaz’ın hanımı, Muaz bin Cebel’in evde olmadığı bir zaman Hz. Ömer’in evine koştu. Hz. Ömer (r.a.)’i evde bulamayınca durumu hanımına anlattı. Kocasına Hz. Ömer’in güvenmediğini, yanına bir murakıb görevlendirdiğini, bunun için de üzüntü ve teessürlerini bildirdi. Hz. Ömer (r.a.) eve dönünce hanımı olup bitenleri, Hz. Muaz’ın hanımının dediklerini bir bir anlattı. Hz. Ömer (r.a.) düşündü, kendisinin murakıb görevlendirmediğini ve Muaz’ın da yalan söylemeyeceğini bildiği için hayretler içinde kaldı. Hz. Muaz’ı huzuruna çağırttı ve kendisine sordu: