وَصِيَامُ يَوْمِ عَاشُورَاءَ أَحْتَسِبُ عَلَى اللَّهِ أَنْ يُكَفِّرَ السَّنَةَ الَّتِي قَبْلَهُ
Aziz ve Değerli Mü'minler!
Giriş:
Gündelik hayatımızın akışı içinde farkında olalım veya olmayalım hayatın temel değerleri konusunda farklı yön ve hedeflere doğru kayıp gidebiliyoruz. içinden geçtiğimiz şu netameli ve kaygan zaman diliminde çoğu defa sahte ve sentetik gündemlerin bombardımanı altında adeta kendimizi kaybediyoruz. Bu yapay gündemler, çoğu zaman bize dünyaya asıl geliş gayemizi unutturabiliyor. Halbuki bizler, bizi asıl gayemizden uzaklaştıracak bu türlü gündemlere karşı sürekli teyakkuz halinde olmalıyız .
Yüce Allah, zaman zaman önümüze altın fırsatlar koyuyor. Esasen buna, sahici ve ilahî gündem de diyebiliriz. Zira Cenab-ı Hak, bu aylarda af ve mağfiretini, nimetlerini sağanak sağanak yağdırıyor. Recep, Şaban, Ramazan, hac ve Muharrem ayları, sürpriz feyiz ve bereketlerle dopdoludur. Üstelik bu aylar içinde bulunan Regâib, Mi'râc, Berât ve Kadir geceleri, Arefe ve bayram günleri, Muharrem ayının onuna denk gelen Aşure Günü, hiçbir maddî ve dünyevî ölçüyle değerlendirilemeyecek kadar ilâhî ikramlarla donatılmış tır.
Tanım:
Aşure Nedir?
"Âşûrâ" yı on sayısı ile ilgili olan "aşr" ve "âşir" veya develerin güdülmesiyle ilgili "ışr" kökünden türemiş Arapça bir kelime kabul edenler olduğu gibi, bu dilde "fâûlâ" vezninin bulunmadığını ileri sürerek İbrânîce'den geldiğini söyleyenler de vardır. Fakat âlimlerin çoğu bu görüşe katılmamakta, kelimenin Arapça asıllı olduğunu benimsemektedirler. Bu ise muharrem ayının 10. günüdür. ( Lisânii'l-'Arab, "'âşûrâ3" md )
Aşure'nin Kaynağı:
Âşûrânın menşei hakkında kaynakların belirttiği görüşleri iki noktada toplamak mümkündür.
1. Âşûrâ, Hz. Müsâ ve kavminin, Firavun'un zulmünden kurtulduğu ve yahudilerin oruç tutmakla mükellef olduğu bir gündür.
عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ:
لَمَّا قَدِمَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمَدِينَةَ وَجَدَ الْيَهُودَ يَصُومُونَ عَاشُورَاءَ فَسُئِلُوا عَنْ ذَلِكَ فَقَالُوا هَذَا الْيَوْمُ الَّذِي أَظْفَرَ اللَّهُ فِيهِ مُوسَى وَبَنِي إِسْرَائِيلَ عَلَى فِرْعَوْنَ وَنَحْنُ نَصُومُهُ تَعْظِيمًا لَهُ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَحْنُ أَوْلَى بِمُوسَى مِنْكُمْ ثُمَّ أَمَرَ بِصَوْمِهِ
İbni Abbâs (R.A.) buyurur ki; «Peygamber'imiz Medine'ye gelince Yahudilerin Aşure Günü oruç tuttuğunu gördü. Sebebini sorunca O'na «Bu gün ulu Allah Hz. Musa (A.S.) ile İsrailoğuilarmı Firavn'ın kavmi karşısında üstün çıkardı. Biz de Hz. Musa'ya (A.S.) duyduğumuz hürmete dayanarak bu gün oruç tutuyoruz» diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamber'imiz onlara «Biz Hz. Musa'ya (A.S.) sizden daha saygılıyız» diye buyurarak ümmetine aşure günü oruç tutmalarını emretti. (bk. Buhârî, "Şavm", 69; Müsned, II, 359-360)
2. Hz. Nuh'tan itibaren bütün Sâmî dinlerde mevcut olan ve diğer Peygamberler zamanında da tutulmakyaydı
وَفِي رَجَبٍ حَمَلَ اللَّهُ نُوحًا فِي السَّفِينَةِ فَصَامَ رَجَبًا ، وَأَمَرَ مَنْ مَعَهُ أَنْ يَصُومُوا ، فَجَرَتْ بِهِمُ السَّفِينَةُ سِتَّةَ أَشْهُرٍ ، آخِرُ ذَلِكَ يَوْمُ عَاشُورَاءَ أُهْبِطَ عَلَى الْجُودِيِّ فَصَامَ نُوحٌ وَمَنْ مَعَهُ وَالْوَحْشُ شُكْرًا لِلَّهِ عَزَّ وَجَلَّ ، وَفِي يَوْمِ عَاشُورَاءَ أفْلَقَ اللَّهُ الْبَحْرَ لِبَنِي إِسْرَائِيلَ ، وَفِي يَوْمِ عَاشُورَاءَ تَابَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ عَلَى آدَمَ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَعَلَى مَدِينَةِ يُونُسَ ، وَفِيهِ وُلِدَ إِبْرَاهِيمُ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ .
(Taberani,Mu. Keb.5/319; İbn Eebi Hatim,38/460)
3. Âşûrâ, Câhiliye devri Araplar'ı arasında da Hz. İbrahim'den beri önemli görülüp oruç tutulan bir gündür. Bu görüş, Hz. Âişe ile Abdullah b. Ömer'in rivayetlerine dayanır.
عَنْ عَائِشَةَ زَوْجِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهَا قَالَتْ:
كَانَ يَوْمُ عَاشُورَاءَ يَوْمًا تَصُومُهُ قُرَيْشٌ فِي الْجَاهِلِيَّةِ وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَصُومُهُ فِي الْجَاهِلِيَّةِ فَلَمَّا قَدِمَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمَدِينَةَ صَامَهُ وَأَمَرَ بِصِيَامِهِ فَلَمَّا فُرِضَ رَمَضَانُ كَانَ هُوَ الْفَرِيضَةَ وَتُرِكَ يَوْمُ عَاشُورَاءَ فَمَنْ شَاءَ صَامَهُ وَمَنْ شَاءَ تَرَكَهُ
Âişe'nin rivayeti şöyledir: "Âşürâ Kureyş'in Câhi-üye devrinde oruç tuttuğu bir gündü. Resûlullah da buna riayet ediyordu. Medine'ye hicret edince bu orucu devam ettirmiş ve başkalarına da emretmişti. Fakat ramazan orucu farz kılınınca kendisi âşürâ gününde oruç tutmayı bırakmış, bundan sonra müslümanlardan dileyen bu günde oruç tutmuş, dileyen tutmamıştır" (Buhârî, "Şavm", 69; Müsned, VI, 29-30).
Abdullah b. Ömer'in aynı konudaki rivaveti de şöyledir: "Âşürâ Câ-hiliye devri insanlarının oruç tuttuğu bir gündü. Fakat ramazan orucu farz kılınınca Resûlullah'a âşürâ konusu sorulmuş, o da, 'Âşürâ Allah'ın günlerinden bir gündür, dileyen bu günde oruç tutsun, dileyen tutmasın' buyurmuştur" (Müsned, II, 57, 143).
Câhiliye devrinde Kureyş'in de tuttuğu âşürâ orucunu Hz. Peygamber bi'setten önce tutmuş, sonra bir ara terketmişse de Medine'ye hicret edince Hz. Musa'nın şeriatına uyarak ramazan orucu farz kılınıncaya kadar bir veya iki sefer o da bu orucu tutmuş ve müs-lümanlara da tutmalarını emretmiştir. Hatta bu konuda henüz bir emir bulunmamakla birlikte Resûlullah münâdîler çıkararak âşürâ orucunu halka duyurmuş, geceleyin oruca niyet etmeyenlerin günün yarısında haberdar olsalar dahi o andan itibaren oruca başlamalarını emretmiş (Buhârî, "Şavm", 69), ancak ramazan orucunun farz kılınmasıyla bu orucu isteğe bırakmıştır.
Ashap arasında ilimleriyle temayüz etmiş bu iki sahâbînin rivayetlerinden, âşûrânın Câhiliye devri Araplar'ınca önemli sayıldığı açıkça anlaşılmaktadır.
Aşure'nin Günün Fazileti:
عَنْ الرُّبَيِّعِ بِنْتِ مُعَوِّذٍ قَالَتْ:
أَرْسَلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ غَدَاةَ عَاشُورَاءَ إِلَى قُرَى الْأَنْصَارِ مَنْ أَصْبَحَ مُفْطِرًا فَلْيُتِمَّ بَقِيَّةَ يَوْمِهِ وَمَنْ أَصْبَحَ صَائِمًا فَليَصُمْ قَالَتْ فَكُنَّا نَصُومُهُ بَعْدُ وَنُصَوِّمُ صِبْيَانَنَا وَنَجْعَلُ لَهُمْ اللُّعْبَةَ مِنْ الْعِهْنِ فَإِذَا بَكَى أَحَدُهُمْ عَلَى الطَّعَامِ أَعْطَيْنَاهُ ذَاكَ حَتَّى يَكُونَ عِنْدَ الْإِفْطَارِ
Rubeyyı' -radıyallahu anha- der ki, biz artık Resû-lullah'ın bu emrinden sonra Aşûra gününün orucunu tutardık ve küçük çocuklarımıza da tuttururduk ve onlarla mescide girerdik ve çocuklarımıza boyalı yünden oyuncak verirdik, bunlardan yemek için ağlayan olursa iftar vakti erişinceye kadar bu oyuncaklarla eğlendirirdik."(Buhari,Müslim)
Bakınız, Zaman-ı Saadette, Sadr-ı İslâmda müs-lüman evlâdlarına namaz ve oruç gibi ibâdetlere tâ küçükten alışdırmağa nasıl dikkat edilmiştir!
عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ:
مَا رَأَيْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَتَحَرَّى صِيَامَ يَوْمٍ فَضَّلَهُ عَلَى غَيْرِهِ إِلَّا هَذَا الْيَوْمَ يَوْمَ عَاشُورَاءَ وَهَذَا الشَّهْرَ يَعْنِي شَهْرَ رَمَضَانَ
İbn Abbas (R) şöyle anlatıyor: "Hz. Peygamber(s) in gün olarak yalnız Aşure ve ay olarakta sadece şu Ramazan orucuna değer verip üzerinde durduğunu görmedim." (Buhari)
عن ابن جريج ،وعاءشة قالا: « كانت الكعبة إنما تكسى يوم عاشوراء إذا ذهب آخر الحاج"
Hz. Âişe'nin ve Cüreyc'in: haccın sonunda âşürâ gününde Kabe örtülerinin değiştirildiğini anlatan diğer bir rivayeti de bunu desteklemektedir [Müsned, VI, 244,Ezruki, Ahbar'u-Mekke1/309 ).
Araplar'ın, âşürâ günü doğduğu rivayet edilen ve Kabe'yi inşa eden ataları Hz. İbrahim'in hâtırasına hürmeten bu günü yaşatmış olmaları uzak bir ihtimal değildir. Hz. Mûsâ ile İsrâiloğulları'nın Firavun'un elinden âşürâ günü kurtulduğunu ve Hz. Nuh'un gemisinin Cûdî dağına aynı gün oturduğunu söyleyen yahudileri Hz. Pey-gamber'in tekzip etmemesi, hatta, "Biz Musa'ya sizden daha lâyıkız" diyerek bu günde oruç tutulmasını emretmesi (bk. Buhârî, "Şavm", 69; Müsned, II, 359-360), âşûrânın Nuh'tan itibaren semavî dinlerde önemli bir yer işgal ettiğine işaret etmektedir.
Âşûrânın menşeiyle ilgili bu iki yorum dışında bazı tarih, hadis ve fıkıh kitaplarında yer alan haberler, bu günü Hz. Âdem'in tövbesinin kabul edildiği, Hz. Yünus'un balığın karnından çıkarıldığı, Hz. Mûsâ ve îsâ'nın doğduğu, Hz. Süleyman'a mülkün verildiği, Hz. Davud'un tövbesinin kabul edildiği, Hz. Peygamberin geçmiş ve gelecek bütün günahlarının affedileceğine dair kendisine Allah tarafından teminat verildiği ve Mekke'den Medineye hicret ettiği gün olarak tavsif ederler (Diyarbekrî, I, 360).
Ne var ki bunları ilmen doğrulama imkânı olmadığı gibi bir kısmının yanlışlığı da ortadadır. Meselâ Hz. Peygamber'in Medine'ye hicreti 10 Muharrem'de değil 12 Rebîülevvel'de gerçekleşmiştir. Bunun dışındaki rivayetlerin ise İsrâiliyat*a dayandığı kabul edilmektedir.
Hz. Nûh zamanından beri bütün Sâmî dinlerde makbul sayılan âşürâ gününde oruç tutmak yahudilere farz kılınmıştı. Onlar, yedinci aylan olan Tişrin'in onuncu gününe rastlayan âşûrâyı bayram telakki ederek birtakım merasimler icra eder ve bir yıllık günahlardan temizlenmek üzere oruç tutarlardı (Levililer, 16/ 30-34, 23/27). Ramazan orucunun farziyetinden önce yirmi dört saat devam eden âşürâ orucunun bu tarihten itibaren müstehap olduğunda ittifak eden âlimler, Hz. Peygamber'in bu konudaki emrinin ramazan orucundan önceki dönem için vücüb ifade edip etmeyeceği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Ebû Hanîfe ile bazı Şâfiîler âşürâ orucunun önceleri vacip olduğunu, fakat bu hükmün ramazan orucu ile neshedildi-ğini, Hanbelîler ve bir kısım Şâfiîler ise müstehap olduğunu kabul etmişlerdir.
Hz. Peygamber'in âşürâ orucunu tutmayı yahudilerden öğrendiğini, fakat aralarının bozulması üzerine bu orucu terkedip ramazanı farz kıldığını öne süren müsteşrik Caetani (İslâm Tarihi, III, 207-208) ile VVensinck'in (El2 [Fr.|, I, 726) iddiaları son derece sübjektif ve hatta art niyetin bir ifadesidir. Zira, yukarıda da belirtildiği gibi, Araplar'ın Câhiliye devrinde âşürâ gününe önem verip oruç tuttukları, Hz. Peygamber'in de bi'setten önce bu oruca devam ettiği sahih rivayetlerle sabittir. Esasen Caetani'nin. bu haberin sadece Âişe rivayetiyle yalnız Buhârî'de bulunduğunu söylemesi araştırmalarının eksikliğini gösterir. Çünkü bu haber Hz. Âişe yanında Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Umeyr rivayetiyle de sabit olup bu rivayetler birkaç hadis kitabında mevcuttur (bk. Müslim, "Şı-yâm", 134; Tirmizî, "Şavm", 50; el-Muuat-ta , "Şıyâm", 33). Caetani'nin, orucu Allah'ın değil Hz. Peygamber'in farz kıldığını öne sürmesi ise İslâm'a karşı kötü niyetli bir yaklaşımın tipik örneğidir. Her şeyden önce, ibadetlerin şekil ve zamanının Allah tarafından tayin edildiği hususu, bütün semavî dinlerin kabul ettiği bir gerçektir. Hz. Nûh, İbrahim, Mûsâ ve îsâ'nın dini üzere gönderilen (bk. el-Hac 22/78; eş-Şûrâ 42/13) Hz. Muham-med'in sadece yahudilere has olmayan âşürâ orucunu emretmesi tabii bir şeydir. Böyle bir tavsiyeden yahudileri taklit ettiği neticesini çıkarmak, semavî dinlerin aynı kaynağa bağlı olduğunu kabul etmemektir. Kaldı ki Resul-i Ekrem, yahudileri taklit etmemek ve hurafelerinin İslâm bünyesine girmesine engel olmak için müminleri uyarmış ve sadece âşürâ günü değil muharremin dokuz, on ve on birinci günlerinde oruç tutmalarını tavsiye etmiştir (Buhârî, "Şavm", 69; Aynî, IX, 190). Âşürâ orucunda, müs-lümanların yılın on iki ayı içinde değişen kamerî takvimi, yahudilerin ise kendilerine has şemsî-kamerî karışımı ve sadece eylül-ekim aylan içinde değişen bir takvimi kabul etmeleri, yahudiler kefaret orucu tutup bayram yaparken müs-lümanların geçmiş peygamberlerin sünnetine uyarak sadece oruç tutması gibi farklar, İslâm ve yahudi telakkilerini birbirinden ayıran hususlardır.
Âşûrâda oruç tutmanın fazileti konusunda sahih hadislerin bulunmasına karşılık o gün yıkanmak, gözlere sürme çekmek, süslenmek, kına yakmak, bayramlaşmak, hububat karışımı aş (aşure) pişirmek, sadaka vermek, mescidleri ziyaret etmek, kurban kesmek gibi fiiller hakkında sahih bir rivayete rastlanmamıştır. Hadis olduğu öne sürülen metinlerin birçoğunun gerçekte hadis olmayıp Câhiliye âdetlerine ve yahudi geleneklerine dayanması kuvvetle muhtemeldir. Zira bu âdetleri Resûlullah'ın ve ashabının yaptığına dair herhangi bir kayıt yoktur. Meselâ, "Âşürâ günü sürme çeken helak olmaz", "Âşürâ günü gusleden o yıl hasta olmaz" tarzındaki rivayetler son devir kitaplarında yer almış ve İbn Teymiyye'nin ifadesine göre bu gibi hususlar Ehl-i beyte buğzeden Nâ-sibîler tarafından uydurulmuştur (Mecmu cu Fetâvâ, II, 302).
Âşûrâ'nın İslâm tarihinde siyasî bir yönü de vardır. Hz. Hüseyin'in 10 Muharrem 61'de (1 Ekim 680) Kerbelâ'da şe-hid edilmesinden sonra Şîa için bu tarih önem kazanmış ve Hz. Hüseyin'in intikamını alma ahdinin tazelendiği bir matem günü olmuştur. Şiîler'in her yıl dövünerek, kendilerine işkence yaparak tutmaya başladıkları bu matem orucu Şiî- Fâ-
tımî devletinin himayesinde devlet me-rasimleriyle icra edilmiş, daha sonra bu merasimler İran'da gelenek halini almıştır (bk. taziye). Esasen dinin yasakladığı bu nevi bir matem, Şiî inancın canlı tutulmasında ve mezhep bütünlüğünün sağlanmasında önemli rol oynamıştır. Âşürâyı Şia'nın yas günü ilân etmesine karşılık Emevîler Kerbelâ faciasını unutturmak için bir vesile sayarak o günü âdeta bir bayram kabul etmişlerdi. Hatta Fatımî Devleti'nin yıkılmasından sonra şenlikler düzenlenmiş, tatlı yiyecekler pişirilmiş ve bu konudaki bid'atların haklı gösterilmesi maksadıyla çeşitli hadisler uydurulmuştur.
Müslüman Türkler'in dinî halk geleneğinde önemli bir yer tutan âşûrâ, aynı zamanda, muharremin onuncu günü başlamak üzere daha sonraki günlerde de özel merasimlerle pişirilip dağıtılan tatlıya (aşure) ad olmuştur. Çok eskiden beri devam eden aşure aşı Osmanlılar döneminde sarayda da pişirilirdi. Helvacıların nezâretindeki aşçılar ve kiler ağaları tarafından hazırlanan aşure, muharremin onundan itibaren "aşure testisi" adı verilen özel kaplarla saray dairelerine ve halka birkaç gün süreyle dağıtılırdı. Anadolu'da zengin aileler ve esnaf teşkilâtları tarafından pişirilen aşure sebilciler, duagûlar ve halkın iştirak ettiği merasimlerle dağıtılır, bazı bölgelerde aşure dağıtımından sonra kurban kesilirdi. Günümüzde de âşûrâ orucu tutmak ve aşure tatlısı pişirmek bütün canlılığıyla devam etmektedir.
BİBLİYOGRAFYA:
Lisânii'l-'Arab, "'âşûrâ3" md.; el-Muuatta', "Şıyâm", 11, 33; Müsned, II, 57, 143, 359-360; VI, 29-44, 244; Buhârî, "Şavm", 69; Müslim, "Şıyâm", 20, 134; Tirmizl, "Şavm", 50 Tabeâ Târih (Ebü'1-Fazl), II, 417; Serahsî, el Mebsût, III, 67; İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 174 İbn Teymiyye, Mecmû'u fetâvâ, II, 295, 302 İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü'l-mecâd, II, 70 Aynî, "ümdetü'l-kârt, Kahire 1392/1972, IX, 190, 191; İbnü'l-Hümâm. Fethu'l-kadîr, Bulak 1315-18, II, 47; Diyarbekrî, fârîhul-hamîs, I, 360; L. Caetani, İslâm Tarihi (trc. Hüseyin Ca-hid), İstanbul 1924-27, III, 207-208; Pakalın, I, 101-102; E. Gugenheim, Le Judaisme dans la uie quatidienne, Paris 1970, s. 70; Muham-med eş-Şerkâvî, "Fî Mevkibi 'âşûrâ3", Mecel-letul-Ezher, Xl.IV/l, Kahire 1978, s. 25-29; W. Ende, "The Flagellations of Muharrem and the Shi'ite Ulama", isi, sy. 55 (1978), s. 19-36; M. Smith, "cAşüre and, in particular, the caşüre of Muharrem", JTS, VIII (1984), s. 229-231; İTA, "Âşûrâ", I, 605-613; Zuhur Ahmed Azhar — Murtaza Hüseyin Fâzıl, "'Aşûrâ'", ü'DMİ, XII, 672-676; A. J. VVensinck - Ph. Mar-çais, "cÂshürâ3", El2 (Fr.), I, 726-727; M. Ayo-ub, "'Âsüra'", Eh., II, 874-876.
Aşure Günü'nün üstünlük sebebi hakkında bize geniş bilgiler gelmiştir. Bunlara göre bu gün Hz. Âdem'in (A.S.) tevbesi kabul edildi, yine Hz. Âdem (A.S.) bu gün yaratıldı ve Cennete girişi de bu güne rastlar.
Arş, Kürsî, Gökler, yeryüzü, güneş, ay, yıldızlar ve Cennet bu gün yaratıldı. Hz. İbrahim bu gün yaratıldı ve yine bu gün ateşten yanmaksı-zın kurtuldu. Yine bu gün Hz. Musa (A.S.) ile yanındaki mü'minler, suda boğulmaktan kurtuldular, Fir'avn ve adamları bugün boğuldu.
Hz. İsâ (A.S.) bu gün doğdu ve yine bu gün göğe çıkarıldı. Yine bu gün Hz. İdris (A.S.) göğe çıkarıldı. Nuh'un Gemisi bu gün Cûdî tepesinde karaya oturtuldu. Hz. Süleyman'a muhteşem saltanat bu gün verildi.
Hz. Yûnus (A.S.) balığın karnından bu gün çıkarıldı. Hz. Yâkûb'un (A.S.) bu gün gözleri yeniden açıldı. Hz. Yûsuf'un kuyudan çıkarılması bu güne rastlar. Hz. Eyyüb (AS.) tutulduğu hastalıktan bu gün kurtuldu. Yeryüzüne ilk yağmurun düşmesi de bu güne rastlar.
Daha önceki ümmetler zamanında bu gün oruç tutmak yaygındı. Hatta Ramazandan önce bu günde oruç tutmanın önce farz kılınıp sonra bu emrin ortadan kalktığı ileri sürülür.
Hicretten sonra bu günü oruçla geçiren Peygamber'imiz Medine'ye gelince, emrini yeniledi.
Hattâ, Peygamber'imizin (S.A.S.) fânî ömrünün son yılında «Eğer gelecek seneye kadar yaşarsam, Aşure Günierin dokuzuncu ve onuncusunda oruç tutacağım» diye buyurduğu ve fakat o yıl içinde Allah'a kavuş-
tuğu, buna göre onuncu günden başka bir gün oruç tutmadı ise de bu arzuyu gösterdiği ileri sürülür.
Zijhicce'nin dokuzuncu ve onbirinci günü tutulması «Siz Aşure Gü-nü'nden bir gün önce ve bir gün daha oruç tutarak Yahudilerin geleneğinden ayrılın» şeklindeki hadisine dayanır. Çünki, Yahudiler sırf Aşure Günü oruç tutuyorlardı.
Beyhâkî'ye göre Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
«— Aşure Günü kim aile halkına ve yakınlarına karşı cömert davranırsa, Allah da onu bütün sene boyunca genişliğe kavuşturur.»
Taberânî'nin kaydettiği ve rivayet zincirinde belirsizlik bulunan bir hadise göre, Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
«— Aşure Günü verilen bir dirhemlik sadakaya yediyüz bin dirhem gibi sevâb verilir.»
Öte yandan, Aşure Günü gözüne sürme çekenin o yıl göz ağrısına yakalanmıyacağını ve o gün yıkananın hasta olmıyacağını ileri süren hadis uydurmadır. Hakim'in belirttiğine göre, o gün gözlere sürme çekmek, bidattir, İbni Kayyum (R.A.) «Aşure Günü sürme çekmeyi, tanegillerden yemek pişirmeyi, yağ sürünmeyi ve kokulanmayı teşvik ettiği ileri sürülen hadis, yalancıların uydurmasıdır» der.
Bileş..i ki. Aşure Günü Hz. Hüseyin'in uğradığı ihanet, onun derece yüceliğinin artışına ve Allah Katı'ndaki yüksek mertebesini ve temiz ehli beytin safına katılışını gösteren bir delildir.
Bu günde Hz. Hüseyin'in (R.A.) uğradığı ihaneti anmak isteyen kimse, Allah'ın emrine uyarak ve Ulu Allah'ın «Onlara Allâh'dan mağfiret ve rahmet vardır. İşte onlar hidâyete erenlerdir» mealindeki âyetle Hz. Hüseyin'e (R.A.) ayırdığı mertebeye saygı duyarak sadece sık sık «İnnâ liliâhi ve in-na ileyhi râciûn» demesi gerekir.
Bunun dışında hiç kimsenin, sakın ve sakın râfizilerin ve benzerlerinin yas tutma, ağlaşma ve döğünme gibi geleneklerine uymamalıdır. Çünki böyle davranmak, mü'min ahlâkına uymaz. Eğer böyle davranmak meşru olsaydı, Hz. Hüseyin'in (R.A.) dedesi olan Peygamber'imizin ölüm gününde yas tutmak daha yerinde olurdu.
Yüce Allah, bize kâfidir, O ne güzel vekildir.
Bâzıları der ki:
— O güne aşure adının verilmesi, Muharremin onuncu günü olduğu içindir.
Bâzıiarı da şöyle der:
— Ailahu Teâlâ, o gün on peygamberine on ihsanda bulunduğu için aşure adı verildi.
Şöyle ki:
Ailahu Teâlâ, Âdem (a.s.)'in tevbesini aşure günü kabul buyurdu.
idris (a.s.)'i yüce mekâna Ailahu Teâlâ o gün çıkardı.
Nuh (a.s.)'un gemisi Cudî dağına o gün oturdu.
ibrahim (a.s.) aşure günü doğdu. Yine o gün Hak onu halil eyledi, ateşten kurtardı.
Davud (a.s.)'un tevbesini o gün kabul buyurdu.
Eyyub (a.s.)'un hastalığına o gün son verip onu feraha çıkardı.
Mûsâ (a.s.)'yı aşure günü kurtardı. Firavun'u o gün boğdu.
Yunus (a.s.)'u balığın karnından aşure günü çıkardı.
Süleyman (a.s.)'ın mülkünü aşure günü iade etti.
10. Resûiullah (s.a.v.) aşure günü doğdu . Bâzıları da şöyle anlattılar:
— Ailahu Teâlâ bu ümmete on ikramda bulundu. Bu on ikramın onuncusu da bu gündür. Bu yüzden ona "Aşure" adı verildi.
Şöyle ki:
Ailahu Teâlâ bu ümmete Recep ayını ikram etti. Bu ay "Allah'ın suç ve günahları bağışlama ayı" diye anılır ki, bu ümmete bir ikramdır. Diğer aylara nisbetie bu ayın üstünlüğüne misal, bu ümmetin diğer ümmetlere üstünlüğü gibidir.
Şaban ayı Allah'ın ümmete ikramıdır. Bu ayın diğer aylara nisbetie üstünlüğü, Resûîullah'm diğer peygamberlere üstünlüğü gibidir.
Ramazan ayıdır. Bu ayın diğer aylara nazaran üstünlüğü Allah'ın yaratılmışlara olan üstünlüğü gibidir.
Kadir gecesidir. Bu gece, içinde Kadir gecesi bulunmayan bin aydan hayırlıdır.
Ramazan bayramı günüdür ki, o gün mükâfat günüdür.
On günier: Bu günler, Allah'ı zikir günleridir.
Arefe günüdür: Bu gün oruç tutmak, iki senelik oruca bedeldir.
Kurban günüdür: Bu gün, Allah'a yakınlık günüdür.
Cuma günü: O, günlerin efendisidir.
10. Aşure günüdür: Bu günde oruç tutmak, bir senelik oruca bedel dir.
Sayılan bu vakitler, bu ümmete ikram edilmiştir.
Sebebi, günahlarına keffaret olsun ve onları hatâdan temizlesin.
Hişam b. Urve, babasından naklen Hz. Âişe (r.a.)'nin şöyle dediğini anlattı:
— Aşure günü geldiğinde, cahiliyet devrinde, Kureyş o günü oruçla geçirirdi. Mekke'de iken Resûluilah (s.a.v.) da o gün oruç tutardı. Me dine'ye gittiği zaman, ramazan orucu farz oldu.
Bu arada, Resûluilah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
— "Aşure günü orucunu tutmakla emrolundum. İsteyen o gün oruç tutar, istemeyen de o gün oruç tutmaz."
Âişe (r.a.) diyor ki:
— Aşure, muharremin dokuzuncu günüdür. Bâzıları da:
— Muharremin onbirinci günü olduğunu söyler. Ancak, çoğunluğun görüşü şudur:
Aşure günü, muharrem ayının onuncu günüdür.
En iyi bilen Allah'tır.
llah Teâlâ buyuruyor: Nuh Rabbine nida edip dedi ki: "Ey Rabbim, benim oğlum da şüphesiz benim ehlimdendir. Senin va'din elbette hakdır ve sen hâkimlerin hâkimisin."
Allah da şöyle buyurdu: "Ey Nuh! O kat'iyyen senin ehlinden değildir. Çünkü o, gayr-i sâlih bir ameldir, yani oğlun kötü amel sahibidir. Bir de sen, hakkında bilgin olmadığı bir şeyi benden isteme. Sana cahillerden olmamaklığın için öğüt veriyorum.
Nuh: "Ey Rabbim! Ben hakkında bilgim olmayan şeyi senden istemekden sana sığınırım. Eğer beni mağfiret etmezsen, bana merhamet etmezsen muhakkak hüsrana uğrayanlardan olurum." dedi."
Bazı hükemâ demişlerdir ki: Oğul, babanın yaptığını yapmazsa, babasının yolunu tutmazsa ondan alâkası kesilir. Ümmet de peygamberlerinin yaptığını yapmazlarsa peygamberlerinden alâkaları kesilir. Şu halde ilim ve amel irtibatı bulunmayan bir neseb bağında, sadece babalarıyle, dedeleriyle iftiharda bir ma'na yoktur. Hadis-i şerifte:
Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-'den rivayete göre, "Yakın akrabaların artık inzâr et!" (şuâra suresi, 214) ayeti nazil olunca kalkıp:
"Ey Kureyş cemaatı! (Yahud buna benzer bir hitap ile): Nefsinizi (Allah'ın azabından) satın alınız, yoksa sizi hiç bir sûretde kurtaramam! Ey Abd-i Menaf oğulları! Kendinizi Allah'ın
azabından kurtarmağa bakınız, yoksa sizi hiç bir sûretde kurtaramam. Ey Abdü'l-Muttalib'in oğlu Abbas! Kendini Allah'ın azabından kurtarmaya bak, yoksa sizi hiç bir sûretde kurtaramam. Ey Resûlullah'ın halası Safiyye! Kendini Allah'ın azabından kurtarmaya bak! Yoksa seni de hiç bir surette kurtaramam. Ey Muhammed'in kızı Fatıma! (Dünyada) malımdan ne istersen iste, yoksa (âhirette) seni Allah'ın azabından hiç bir sûretde kurtaramam." (Buhâri, Kitâbü'l-Vesaya) diye ilân etmişlerdir.
"(Tarafı ilâhiyyeden) denildi ki Ey Nuh! Sana ve beraberinde bulunanlardan gelecek ümmetlere bizlere sefâm ve bereketlerle in. (Onlardan türeyecek kâfir) ümmetler de vardır ki biz onları da bol rızıklarla faydalandıracağız. Sonra ise âhirette onları tarafımızdan acıklı bir azâb çarpacaktır.
Bunlar gayb haberlerindendir ki onları sana vayediyoruz. Onları bundan evvel ne sen biliyordun, ne de kavmin. O halde Habîbim sen de sabret. Hüsn-i akıbet muhakkak ki, Allah'ın emr ü nehiylerine tam riâyet edenlerindir."
Nuh (a.s) "Cümle halkın babası" dîye tesmiye olunmuştur. Âdem-i sânî (İkinci Âdem) de denilir. Çünkü insan nesli onun zürriyetinden devam etmiştir.
Nefâisü'l-Mecâlis'de der ki: Tufan nihayet bulunca Nuh (a.s) arzı üç oğlu arasında taksim etti. Sam adındaki oğluna Hicaz, Yemen ve Şam beldelerini verdi ki Sam arabın babasıdır. Hâm'a Sudantietâetemi terdi, & da Sudan V
babasıdır. (Ruhu'l-Beyân, 2/92)
Nuh (a.s) beraberindekilerle gemiden Âşûrâ günü indi. O gün oruç tuttu ve Allah'a şükür olmak üzere maiyyetine de oruç tutmaların emretti.
Azıkları artmıştı. Birisi bir avuç buğday, diğeri bir avuç mercimek, diğeri bir avuç nohut getirdi. Yedi çeşit hububat ile Nuh (a.s) onlara yemek pişirdi. Hepsi nebilerinin bereketiyle doydular. Tufandan sonra yeryüzünde pişirilen ilk taam budur. İnsanlar bunu Âşûrâ günleri için âdet edindiler ki, yapanlar için ecr-i azım vardır. Fakirleri ve miskkinleri de doyurmak lâzımdır. Zikrolunduğana göre Allah Teâlâ Âşûrâ gününde zemzemi diğer sularla beraber akıtır. O gün gusleden kimse bir sene boyunca hastalık görmez. Er-Râvzu'l-Fâik'de bu şekilde yazılıdır. (Ruhu'l-Beyân, 2/93)^
(Ramazanoğlu Mahmud Sâmî, Yûnus ve Hûd Sûreleri Tefsiri, s. 111-US
20 Ocak Cumartesi günü 1. Muharrem, hicrî 1428 yılının ilk günü. Yani Hicri Yılbaşı. İslam alemi için önemli bir gün.. Çünkü Müslümanların manevi hayatının vazgeçilmezi olan ibadetlerin bir kısmı hicri yıla göre yerine getirilir. Oruç, hac, kandil günleri gibi... Ayın hareketleri esas alınarak hesaplanan hicrî yıl 354 gün sürüyor ve her ay, geçen senenin yaklaşık onbir gün öncesi başlıyor. Ramazan, Bayram, Hac gibi mübarek günler yıl içinde mevsimden mevsime dolanarak devrini tamamlıyor. Böylece oruç, hac gibi kendine göre zorlukları olan ibadetler 33 yılda bütün bir yılı dolaşarak aynı tarihe dönüyor.
Hicri takvimin başlangıç zamanı olarak Peygamber (s.a.) Efendimizin hicret ettiği tarih esas alınmıştır. Buna göre 1 muharrem 622 cuma günü Hicri Takvimin başlangıç günü kabul edilmektedir.
Aşure Orucu
1 Muharrem gecesi, yeni senede belâ ve kötülüklerden korunmak amacıyla Rabbimize yalvarmak, dua etmek güzel âdetlerimizdendir. Bu saygın ay içinde 10 Muharrem gününün özel bir önemi vardır. Aşure günü denilen bu günde, gerek Musevîler, gerekse İslam öncesi cahiliye devri Arapları da oruç tutuyorlardı. Ramazan ayında oruç farz olana kadar müslümanlar da aşure günü oruç tutmuşlardır. Peygamber Efendimiz (s.a.) Yahudilere benzememek için müstehab olan bu orucun, Muharremin 9. ve 10. günü, ya da 10 ve 11. günü tutulmasını istemiştir.
Rivayetlere göre, 10 Muharrem birçok olayın meydana geldiği faziletli bir gündür. Yeryüzü ve göğün o gün yaratılması, ilk yağmurun yağması, Hz. Âdem'in tevbesinin kabulü, Hz. Nuh'un gemisinin Cudi Dağına oturması, Hz. Yakub'un oğlu Yusuf'a kavuşması, Hz. Yusuf un zindandan kurtulması, Hz. Musa ve Beni İsrail'in yarılan Kızıldeniz'den geçerek Fir'avundan kurtulması, Firavun ve ordusunun Kızıldeniz'de boğulması, Hz. Muhammed (s.a.) Efendimizin geçmiş ve gelecek günahlarının bağışlandığı gün olması gibi. Aşure gecesi de duaların kabul edildiği kıymetli bir gecedir. Bu mübarek günde komşulara aşure dağıtmak, yoksulu doyurmak, iftar ettirmek büyük sevab kazanmaya vesiledir. Ayrıca bu günde eve çeşitli ve bol erzak almak, muhtaçlara sadaka vermek, komşu ve akrabaya ikramlarda bulunmak sene boyunca berekete vesile olur.
Yeni Hicri yılın maddî ve manevî dünyamıza saadetler, hayırlar getirmesini diliyoruz.
Rubeyyı' -radıyallahu anha- der ki, biz artık Resû-lullah'ın bu emrinden sonra Aşûra gününün orucunu tutardık ve küçük çocuklarımıza da tuttururduk veonlarlamescide girerdik ve çocuklarımıza boyalı yünden oyuncak verirdik, bunlardan yemek için ağlayan olursa iftar vakti erişinceye kadar bu oyuncaklarla eğlendirirdik."'2»
Bakınız, Zaman-ı Saadette, Sadr-ı İslâmda müs-lüman evlâdlarına namaz ve oruç gibi ibâdetlere tâ küçükten alışdırmağa nasıl dikkat edilmiştir!
Çocukların oruç tutmaları hakkında cumhur ulemaya göre bulûğa ermeyen çocuklara oruç vâcib değildir, müstehabdır demişlerdir. İmam-ı Şâfi'î'ye göre çocuğun oruç tutmağa kudret-i bedeniyyesi olursa ahşdirmak için oruç emir olunur. Yaş haddini de yedi veya on yaş olarak ta'yin etmiştir. İshak'a göre oruç oniki yaşında emrolunur. Ahmed bin Hanbel'e göre ise on yaşında emir olunur.
Evzâî de: Çocuğun kuvve-i bedeniyyesine zaaf arız olmaksızın üç gün üst üste oruç tutturulursa müstehab olur, demiştir.
Şârih ulemaya göre çocukların ibâdete alıştırılma-ları için bu müstahsen addedilmiştir. Ve bunların vesile-i hayr ve bereket olacağını kabul etmişlerdir.
Şu kadar ki bu, neşv ü nema çağında olan çocuğun kuvve-i bedeniyyesine zaaf îrâs etmemek şartına bağlıdır. Çünkü sağlam mükellefe bile seferde meşakkatine binaen iftara müsaade edilmişdir. Allah'ın:
"Allah sizin için kolaylık diler, sizin için zorluk dilemez."(3)buyurduğu da unutulmamalıdır.
Buhârî'nin İbn-i Abbas -radıyallahu anhüma-dan rivayet ettiğine göre: Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Medine'yi teşrif buyurdukları vakit yahûdilerin Aşûra günü oruç tuttuklarını gördü ve:
"—Bu ne orucudur?" diye sordu. Onlar da cevaben:
—Bu gün iyi bir gündür. Bu gün Allah -azze ve cell-Benî İsrâîl'e düşmanlarından necat verdiği bir gürr-dür; yani Fir'avn'ın şerrin'den kurtulduğumuz gündür, dediler, Resûlullah da:
"—Biz Musa'ya sizden daha yakın bulunuyoruz, buyurdu ve Mekke'deki gibi o gün oruç tutdu ve o günün oruç tutulmasını emir buyurdu."(4)
موطأ مالك - (ج 2 / ص 384)
عَنْ مَالِك أَنَّهُ بَلَغَهُ أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ أَرْسَلَ إِلَى الْحَارِثِ بْنِ هِشَامٍ أَنَّ غَدًا يَوْمُ عَاشُورَاءَ فَصُمْ وَأْمُرْ أَهْلَكَ أَنْ يَصُومُوا
موطأ مالك - (ج 2 / ص 382)
عَنْ عَائِشَةَ زَوْجِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهَا قَالَتْ
كَانَ يَوْمُ عَاشُورَاءَ يَوْمًا تَصُومُهُ قُرَيْشٌ فِي الْجَاهِلِيَّةِ وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَصُومُهُ فِي الْجَاهِلِيَّةِ فَلَمَّا قَدِمَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمَدِينَةَ صَامَهُ وَأَمَرَ بِصِيَامِهِ فَلَمَّا فُرِضَ رَمَضَانُ كَانَ هُوَ الْفَرِيضَةَ وَتُرِكَ يَوْمُ عَاشُورَاءَ فَمَنْ شَاءَ صَامَهُ وَمَنْ شَاءَ تَرَكَهُ
صحيح البخاري - (ج 12 / ص 333)
عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ
لَمَّا قَدِمَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمَدِينَةَ وَجَدَ الْيَهُودَ يَصُومُونَ عَاشُورَاءَ فَسُئِلُوا عَنْ ذَلِكَ فَقَالُوا هَذَا الْيَوْمُ الَّذِي أَظْفَرَ اللَّهُ فِيهِ مُوسَى وَبَنِي إِسْرَائِيلَ عَلَى فِرْعَوْنَ وَنَحْنُ نَصُومُهُ تَعْظِيمًا لَهُ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَحْنُ أَوْلَى بِمُوسَى مِنْكُمْ ثُمَّ أَمَرَ بِصَوْمِهِ
صحيح البخاري - (ج 7 / ص 5)
عَنْ سَلَمَةَ بْنِ الْأَكْوَعِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ
أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَعَثَ رَجُلًا يُنَادِي فِي النَّاسِ يَوْمَ عَاشُورَاءَ إِنَّ مَنْ أَكَلَ فَلْيُتِمَّ أَوْ فَلْيَصُمْ وَمَنْ لَمْ يَأْكُلْ فَلَا يَأْكُلْ
صحيح البخاري - (ج 7 / ص 64)
عَنْ الرُّبَيِّعِ بِنْتِ مُعَوِّذٍ قَالَتْ
أَرْسَلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ غَدَاةَ عَاشُورَاءَ إِلَى قُرَى الْأَنْصَارِ مَنْ أَصْبَحَ مُفْطِرًا فَلْيُتِمَّ بَقِيَّةَ يَوْمِهِ وَمَنْ أَصْبَحَ صَائِمًا فَليَصُمْ قَالَتْ فَكُنَّا نَصُومُهُ بَعْدُ وَنُصَوِّمُ صِبْيَانَنَا وَنَجْعَلُ لَهُمْ اللُّعْبَةَ مِنْ الْعِهْنِ فَإِذَا بَكَى أَحَدُهُمْ عَلَى الطَّعَامِ أَعْطَيْنَاهُ ذَاكَ حَتَّى يَكُونَ عِنْدَ الْإِفْطَارِ
صحيح البخاري - (ج 7 / ص 127)
ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ
قَدِمَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمَدِينَةَ فَرَأَى الْيَهُودَ تَصُومُ يَوْمَ عَاشُورَاءَ فَقَالَ مَا هَذَا قَالُوا هَذَا يَوْمٌ صَالِحٌ هَذَا يَوْمٌ نَجَّى اللَّهُ بَنِي إِسْرَائِيلَ مِنْ عَدُوِّهِمْ فَصَامَهُ مُوسَى قَالَ فَأَنَا أَحَقُّ بِمُوسَى مِنْكُمْ فَصَامَهُ وَأَمَرَ بِصِيَامِهِ
صحيح البخاري - (ج 7 / ص 130)
عَنْ سَلَمَةَ بْنِ الْأَكْوَعِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ
أَمَرَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَجُلًا مِنْ أَسْلَمَ أَنْ أَذِّنْ فِي النَّاسِ أَنَّ مَنْ كَانَ أَكَلَ فَلْيَصُمْ بَقِيَّةَ يَوْمِهِ وَمَنْ لَمْ يَكُنْ أَكَلَ فَلْيَصُمْ فَإِنَّ الْيَوْمَ يَوْمُ عَاشُورَاءَ
صحيح البخاري - (ج 7 / ص 129)
عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ
مَا رَأَيْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَتَحَرَّى صِيَامَ يَوْمٍ فَضَّلَهُ عَلَى غَيْرِهِ إِلَّا هَذَا الْيَوْمَ يَوْمَ عَاشُورَاءَ وَهَذَا الشَّهْرَ يَعْنِي شَهْرَ رَمَضَانَ
صحيح مسلم - (ج 5 / ص 479)
عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا يَقُولُا
حِينَ صَامَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَ عَاشُورَاءَ وَأَمَرَ بِصِيَامِهِ قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّهُ يَوْمٌ تُعَظِّمُهُ الْيَهُودُ وَالنَّصَارَى فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَإِذَا كَانَ الْعَامُ الْمُقْبِلُ إِنْ شَاءَ اللَّهُ صُمْنَا الْيَوْمَ التَّاسِعَ قَالَ فَلَمْ يَأْتِ الْعَامُ الْمُقْبِلُ حَتَّى تُوُفِّيَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
صحيح مسلم - (ج 5 / ص 483)
عَنْ الرُّبَيِّعِ بِنْتِ مُعَوِّذِ بْنِ عَفْرَاءَ قَالَتْ
أَرْسَلَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ غَدَاةَ عَاشُورَاءَ إِلَى قُرَى الْأَنْصَارِ الَّتِي حَوْلَ الْمَدِينَةِ مَنْ كَانَ أَصْبَحَ صَائِمًا فَلْيُتِمَّ صَوْمَهُ وَمَنْ كَانَ أَصْبَحَ مُفْطِرًا فَلْيُتِمَّ بَقِيَّةَ يَوْمِهِ فَكُنَّا بَعْدَ ذَلِكَ نَصُومُهُ وَنُصَوِّمُ صِبْيَانَنَا الصِّغَارَ مِنْهُمْ إِنْ شَاءَ اللَّهُ وَنَذْهَبُ إِلَى الْمَسْجِدِ فَنَجْعَلُ لَهُمْ اللُّعْبَةَ مِنْ الْعِهْنِ فَإِذَا بَكَى أَحَدُهُمْ عَلَى الطَّعَامِ أَعْطَيْنَاهَا إِيَّاهُ عِنْدَ الْإِفْطَارِ
سنن أبي داود - (ج 6 / ص 431)
نْ الْحَكَمِ بْنِ الْأَعْرَجِ قَالَ
أَتَيْتُ ابْنَ عَبَّاسٍ وَهُوَ مُتَوَسِّدٌ رِدَاءَهُ فِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ فَسَأَلْتُهُ عَنْ صَوْمِ يَوْمِ عَاشُورَاءَ فَقَالَ إِذَا رَأَيْتَ هِلَالَ الْمُحَرَّمِ فَاعْدُدْ فَإِذَا كَانَ يَوْمُ التَّاسِعِ فَأَصْبِحْ صَائِمًا فَقُلْتُ كَذَا كَانَ مُحَمَّدٌ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَصُومُ فَقَالَ كَذَلِكَ كَانَ مُحَمَّدٌ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَصُومُ
صحيح مسلم - (ج 6 / ص 55)
وَصِيَامُ يَوْمِ عَاشُورَاءَ أَحْتَسِبُ عَلَى اللَّهِ أَنْ يُكَفِّرَ السَّنَةَ الَّتِي قَبْلَهُ
سنن الترمذي - (ج 3 / ص 220)
وَرُوِيَ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ أَنَّهُ قَالَ صُومُوا التَّاسِعَ وَالْعَاشِرَ وَخَالِفُوا الْيَهُودَ وَبِهَذَا الْحَدِيثِ يَقُولُ الشَّافِعِيُّ وَأَحْمَدُ وَإِسْحَقُ
مسند أحمد - (ج 5 / ص 79)
ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ صُومُوا يَوْمَ عَاشُورَاءَ وَخَالِفُوا فِيهِ الْيَهُودَ صُومُوا قَبْلَهُ يَوْمًا أَوْ بَعْدَهُ يَوْمًا
مسند أحمد - (ج 46 / ص 20)
أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ سُئِلَ عَنْ صَوْمِ يَوْمِ عَرَفَةَ فَقَالَ كَفَّارَةُ سَنَتَيْنِ وَسُئِلَ عَنْ صَوْمِ يَوْمِ عَاشُورَاءَ فَقَالَ كَفَّارَةُ سَنَةٍ
أخبار مكة للأزرقي - (ج 1 / ص 309)
عن ابن جريج ، قال : « كانت الكعبة فيما مضى إنما تكسى يوم عاشوراء إذا ذهب آخر الحاج ، حتى كانت بنو هاشم ، فكانوا يعلقون عليها القمص يوم التروية (1) من الديباج (2) ؛ لأن يرى الناس ذلك عليها بهاء وجمالا ، فإذا كان يوم عاشوراء علقوا عليها الإزار (3) »
الإبانة الكبرى لابن بطة - (ج 6 / ص 200)
عن سعيد بن الصلت أبي يعقوب ، مولى آل مخرمة أنه بلغه أن الله عز وجل ينزل يوم عاشوراء إلى السماء الدنيا بعد هدأة من الليل ، فيمجد نفسه ، فيقول : أنا الواحد ومن مثلي ؟ ، أنا الملك ومن مثلي ؟ فيمجد نفسه ما شاء ، ثم يقول : ألا سائل يسألني ؟ ألا داع يدعوني ؟ حتى يطلع الفجر
المستدرك على الصحيحين للحاكم - (ج 9 / ص 429)
عن جابر ، عن زيد العمي ، قال : « ولد عيسى ابن مريم يوم عاشوراء »
المستدرك على الصحيحين للحاكم - (ج 11 / ص 136)
عن قتادة قال : « ولدت فاطمة حسينا بعد الحسن لسنة وعشرة أشهر ، فولدته لست سنين وخمسة أشهر ونصف من التاريخ ، وقتل الحسين يوم الجمعة يوم عاشوراء لعشر مضين من المحرم سنة إحدى وستين ، وهو ابن أربع وخمسين سنة » « وقد ذكرت هذه الأخبار بشرحها في كتاب مقتل الحسين وفيه كفاية لمن سمعه ووعاه »
المعجم الكبير للطبراني - (ج 5 / ص 319)
وَفِي رَجَبٍ حَمَلَ اللَّهُ نُوحًا فِي السَّفِينَةِ فَصَامَ رَجَبًا ، وَأَمَرَ مَنْ مَعَهُ أَنْ يَصُومُوا ، فَجَرَتْ بِهِمُ السَّفِينَةُ سِتَّةَ أَشْهُرٍ ، آخِرُ ذَلِكَ يَوْمُ عَاشُورَاءَ أُهْبِطَ عَلَى الْجُودِيِّ فَصَامَ نُوحٌ وَمَنْ مَعَهُ وَالْوَحْشُ شُكْرًا لِلَّهِ عَزَّ وَجَلَّ ، وَفِي يَوْمِ عَاشُورَاءَ أفْلَقَ اللَّهُ الْبَحْرَ لِبَنِي إِسْرَائِيلَ ، وَفِي يَوْمِ عَاشُورَاءَ تَابَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ عَلَى آدَمَ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَعَلَى مَدِينَةِ يُونُسَ ، وَفِيهِ وُلِدَ إِبْرَاهِيمُ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ .
تفسير ابن أبي حاتم - (ج 38 / ص 460)
عن علي قال : « تيب على قوم يونس يوم عاشوراء »
شعب الإيمان للبيهقي - (ج 8 / ص 255)
عن قيس بن عباد ، أنه ذكر أشهر الحرم ، فقال : « ليس منها إلا في العاشر منه خير » ، قال : فذكر في ذي الحجة في العاشر النحر وهو يوم الحج الأكبر ، وفي المحرم العاشر يوم عاشوراء ، وفي العاشر من رجب يمحو الله ما يشاء ويثبت ، قال : ونسيت ما قال في ذي القعدة
شعب الإيمان للبيهقي - (ج 8 / ص 256)
عن قيس بن عباد ، قال : « الأشهر الحرم في اليوم العاشر من كل شهر منها أمر ، فاليوم العاشر من ذي الحجة يوم النحر (1) ، واليوم العاشر من المحرم عاشوراء ، واليوم العاشر من رجب يمحو الله ما يشاء ويثبت » ، ونسيت ما قال في ذي القعدة
شعب الإيمان للبيهقي - (ج 8 / ص 308)
عن جابر ، قال : قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : « من وسع على أهله يوم عاشوراء وسع الله على أهله طول سنته » . « هذا إسناد ضعيف وروي من وجه آخر كما
شعب الإيمان للبيهقي - (ج 8 / ص 306)
عن جده ابن عباس ، قال : قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : « صوموا يوم عاشوراء ، وخالفوا فيه اليهود صوموا قبله يوما وبعده يوما »
شعب الإيمان للبيهقي - (ج 8 / ص 309)
قال النبي صلى الله عليه وسلم : « من وسع على عياله يوم عاشوراء وسع الله عليه في سائر سنته »
شعب الإيمان للبيهقي - (ج 8 / ص 310)
عن أبي سعيد الخدري ، قال : قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : « من وسع على أهله يوم عاشوراء وسع الله عليه سائر سنته »
شعب الإيمان للبيهقي - (ج 8 / ص 311)
عن أبي هريرة ، أن رسول الله صلى الله عليه وسلم ، قال : « من وسع على عياله وأهله يوم عاشوراء وسع الله عليه سائر سنته » . « هذه الأسانيد وإن كانت ضعيفة فهي إذا ضم بعضها إلى بعض أخذت قوة ، والله أعلم »
شعب الإيمان للبيهقي - (ج 8 / ص 313)
عن ابن عباس ، قال : قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : « من اكتحل بالإثمد يوم عاشوراء لم يرمد أبدا »
مسند أبي يعلى الموصلي - (ج 9 / ص 122)
عن أنس ، عن النبي صلى الله عليه وسلم قال : « فلق البحر لبني إسرائيل يوم عاشوراء »
Mübarek gün ve geceler, bir bakıma, insanlara, Cenab-ı Hakk'a daha da yakınlaşma adına kaçırdıkları fırsatları yeniden elde etmek için avans kabilinden verilmiş kutlu zaman dilimleridir.
Rabbimiz çok merhametli. Bakınız Allah Rasulü (s) Rabbimizin o engin rahmetini nasıl anlatıyor: Nebiler Nebisi, saadet meclisinde otururlarken mescide bir esir grubu getirilir. O sırada Allah Rasûlü bir kadının yana yakıla bir şeyler aradığını görür. Kadın yakaladığı her çocuğu sinesine basıyor, kokluyor, sonra bırakıyordu. Sonra kendi yavrusunu bulur ve bağrına basar. Doyma bilmeden onu öper, koklar, tekrar bağrına basar. Allah Rasûlü bu manzara karşısında iyice dolar. Hıçkıra hıçkıra ağlayarak parmağıyla yanındakilere bu kadını gösterir ve:
- Şu kadını görüyor musunuz?, der. Sahabe cevap verir: "Evet ya Rasulallah!" Allah Rasûlü tekrar:
- Bu kadın şu kucağındaki çocuğunu ateşe atar mı?, diye sorar. Sahabe "Hayır ya Rasulallah!" karşılığını verir. Ve işte bunun üzerine İki Cihan Serveri şu hikmet dolu sözleri söyler:
- Allah o kadından daha şefkatlidir, kullarını cehenneme atmak istemez. (Buhari, Edeb, 18; Müslim, Tevbe, 4)
İşte bu ölçüde şefkatli ve merhametli olan Allahu Teala, sene içinde biz kullarına gönül dünyalarında adeta bir manevi hamle yapmaları adına özel gün ve geceler nasib etmiş. O'na binlerce hamd ü sena olsun. Bizim de bu günleri bir fırsat bilerek çok iyi değerlendirmemiz gerekir. Aslında biraz gönül uyanıklığı, dikkat ve samimiyetle bu günlerin ve gecelerin feyzinden yararlanabilirsek manevi yoldaki pek çok eksiğimizi telafi edebilir ve kamil insan olma yolunda mesafeler kat edebiliriz.
İnsan hayatı tek düze değildir, inişli çıkışlıdır. İnsanın kaderinde mutluluklarla üzüntüler iç içedir. Çoğu kez, / mutlu olduğumuz kadar üzülür, üzüldüğümüz kadar da mutlu oluruz. Gün güne, ay aya, yıl yıla uymaz. İnsan, kendini mesut edecek güzel gelişmelere tanık olduğu gibi, zaman zaman sarsıcı sıkıntılarla/streslerle ve iz bırakan acılarla karşılaşabilir.
Böyle durumlarda insana düşen nedir? İnsana düşen, mutlu olduğunda şükretmesini, sıkıntıya düştüğünde ise sabretmesini ve problemlerini soğukkanlı bir şekilde tedbirlerle, sistemli çalışmalarla çözmesini bilmektir. Yani şükür, sabır ve gayrettir.
Bu durumda mübarek gün ve geceleri; mutluluklarımız için şükrümüzü, sıkıntılarımız için de sabrımızı artırmak için karşımıza çıkan önemli bir fırsat olarak görmek mümkündür. Düşününüz ki uzun bir yola çıktınız; hava sıcak, yoruldunuz, buram buram ter döküyorsunuz, diliniz damağınız kurudu, dizlerinizde derman kalmadı, bir bardak soğuk su, bir gölgelik yok mu diye elinizle alnınızı gölgeleyip uzaklara bakıyorsunuz. Derken, suların aktığı, kuşların öttüğü, serin gölgeliklerin bulunduğu güzel bir bahçe ile karşılaşıyorsunuz. Tabii ki orada serinlemek, dinlenmek istersiniz. İstirahat ettikten sonra menzil-i maksudunuza, yani gideceğiniz yere ulaşabilmek ümidiyle rahatça yol alırsınız. Evet, böyle yaparsınız değil mi?
İşte mübarek gün ve geceler, yorgunluk veren meşakkatli işlerimiz arasında dinlenmek, soluklanmak, yolun devamına hazırlanmak, hayatımızı gözden geçirmek ve nefis muhasebesi (yapıp ettiklerimizi gözden geçirmek) için bir durak, bir istasyon ve bir uğrak yeri gibidir. Hayatımızın hesabını yaparken, iyiliklerimizi, yararlı ve güzel davranışlarımızı nasıl artırırız? Hata ve noksanlarımızı nasıl giderebiliriz?
Zamanın bu altın dilimlerinde varlığı kalb kulağıyla dinleyebilenler, gönlünün derinliklerinde ötelere açılmanın hazzını duyar ve kendilerini diğer zamanlara göre daha hisli ve ruhanî bulurlar.