قال الله تعالي (ج):
وَإِذْ فَرَقْنَا بِكُمُ الْبَحْرَ فَأَنْجَيْنَاكُمْ وَأَغْرَقْنَا آَلَ فِرْعَوْنَ وَأَنْتُمْ تَنْظُرُونَ
قال رسول الله (ص):
وَصِيَامُ يَوْمِ عَاشُورَاءَ أَحْتَسِبُ عَلَى اللَّهِ أَنْ يُكَفِّرَ السَّنَةَ الَّتِي قَبْلَهُ
Aziz ve Değerli Mü'minler!
Giriş:
Gündelik hayatımızın akışı içinde farkında olalım veya olmayalım hayatın temel değerleri konusunda farklı yön ve hedeflere doğru kayıp gidebiliyoruz. İçinden geçtiğimiz şu netameli ve kaygan zaman diliminde, çoğu defa sahte ve sentetik gündemlerin bombardımanı, altında adeta kendimizi kaybediyoruz. Bu yapay gündemler, çoğu zaman bize dünyaya asıl geliş gayemizi unutturabiliyor. Halbuki bizler, bizi asıl gayemizden uzaklaştıracak bu türlü gündemlere karşı sürekli teyakkuz halinde olmalıyız .
Yüce Allah, zaman zaman önümüze altın fırsatlar koyuyor. Esasen buna, sahici ve ilahî gündem de diyebiliriz. Zira Cenab-ı Hak, bu aylarda af ve mağfiretini, nimetlerini sağanak sağanak yağdırıyor. Recep, Şaban, Ramazan, hac ve Muharrem ayları, sürpriz feyiz ve bereketlerle dopdoludur. Üstelik bu aylar içinde bulunan Regâib, Mi'râc, Berât ve Kadir geceleri, Arefe ve bayram günleri, Muharrem ayının onuna denk gelen Aşure Günü, hiçbir maddî ve dünyevî ölçüyle değerlendirilemeyecek kadar ilâhî ikramlarla donatılmıştır.
Aşure Nedir?
"Âşûrâ" yı on sayısı ile ilgili olan "aşr" ve "âşir" veya develerin güdülmesiyle ilgili "ışr" kökünden türemiş Arapça bir kelime kabul edenler olduğu gibi, İbrânîce'den geldiğini söyleyenler de vardır. Fakat âlimlerin çoğu bu görüşe katılmamakta, kelimenin Arapça asıllı olduğunu benimsemektedirler. Bu ise muharrem ayının 10. günüdür. ( Lisânii'l-'Arab, "'âşûrâ3" md )
Aşure'nin Kaynağı:
Âşûrânın menşei hakkında kaynakların belirttiği görüşleri şu noktalarda toplamak mümkündür.
1. Âşûrâ, Hz. Musâ ve kavminin, Firavun'un zulmünden kurtulduğu ve yahudilerin oruç tutmakla mükellef olduğu bir gündür.
عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ:
لَمَّا قَدِمَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمَدِينَةَ وَجَدَ الْيَهُودَ يَصُومُونَ عَاشُورَاءَ فَسُئِلُوا عَنْ ذَلِكَ فَقَالُوا هَذَا الْيَوْمُ الَّذِي أَظْفَرَ اللَّهُ فِيهِ مُوسَى وَبَنِي إِسْرَائِيلَ عَلَى فِرْعَوْنَ وَنَحْنُ نَصُومُهُ تَعْظِيمًا لَهُ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَحْنُ أَوْلَى بِمُوسَى مِنْكُمْ ثُمَّ أَمَرَ بِصَوْمِهِ
İbni Abbâs (R) buyurur ki; «Peygamber'imiz Medine'ye gelince Yahudilerin Aşure Günü oruç tuttuğunu gördü. Sebebini sorunca O'na «Bu gün ulu Allah Hz. Musa (A) ile İsrailoğullarmı Firavn'ın kavmi karşısında üstün çıkardı. Biz de Hz. Musa'ya (A) duyduğumuz hürmete dayanarak bu gün oruç tutuyoruz» diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamber'imiz onlara «Biz Hz. Musa'ya (A.S.) sizden daha saygılıyız» diye buyurarak ümmetine aşure günü oruç tutmalarını emretti. (bk. Buhârî, "Şavm", 69; Müsned, II, 359-360)
2. Bu oruç Hz. Nuh'tan itibaren bütün Sâmî dinlerde mevcut olan ve diğer Peygamberler zamanında da tutulmakyaydı.
Tabaranide rivayet edilen bir hadisi şerifte Peygamberimiz(S) şöyle buyurmaktadır:
وَفِي رَجَبٍ حَمَلَ اللَّهُ نُوحًا فِي السَّفِينَةِ فَصَامَ رَجَبًا ، وَأَمَرَ مَنْ مَعَهُ أَنْ يَصُومُوا ، فَجَرَتْ بِهِمُ السَّفِينَةُ سِتَّةَ أَشْهُرٍ ، آخِرُ ذَلِكَ يَوْمُ عَاشُورَاءَ أُهْبِطَ عَلَى الْجُودِيِّ فَصَامَ نُوحٌ وَمَنْ مَعَهُ شُكْرًا لِلَّهِ عَزَّ وَجَلَّ ، وَفِي يَوْمِ عَاشُورَاءَ تَابَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ عَلَى آدَمَ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، وَفِيهِ وُلِدَ إِبْرَاهِيمُ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ .
"Recep ayında Allah Müminler içinde olduğu halde gemiyi hareket ettirdi ve oda oruca başladı ve recep ayını oruçla geçirdi, beraberinde olanlara da oruç tutmalarını emretti. Altı ay boyunca gemi suda kaldı ve son günü olan Aşure günü gemi cudi dağına kondu. Nuh(A) ve ona inananlar Allaha şükür olsun diye o günkü Aşure orucunu tuttular. Yüce Allah Aşure günü Adem(A)ın tevbesini kabul etti. İbrahim (A) da Aşure günü dünyaya gelmiştir." (Taberani,Mu. Keb.5/319; İbn Eebi Hatim,38/460)
Hz. Nûh zamanından beri bütün Sâmî dinlerde makbul sayılan âşürâ gününde oruç tutmak yahudilere farz kılınmıştı. Onlar, yedinci ay olan Tişrin'in onuncu gününe rastlayan âşûrâyı bayram telakki ederek birtakım merasimler icra eder ve bir yıllık günahlardan temizlenmek üzere oruç tutarlardı (Levililer, 16/ 30-34, 23/27).
3. Âşûrâ, Câhiliye devri Araplar'ı arasında da Hz. İbrahim'den beri önemli görülüp oruç tutulan bir gündür. Bu görüş, Hz. Âişe ile Abdullah b. Ömer'in rivayetlerine dayanır.
عَنْ عَائِشَةَ زَوْجِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهَا قَالَتْ:
كَانَ يَوْمُ عَاشُورَاءَ يَوْمًا تَصُومُهُ قُرَيْشٌ فِي الْجَاهِلِيَّةِ وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَصُومُهُ فِي الْجَاهِلِيَّةِ فَلَمَّا قَدِمَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمَدِينَةَ صَامَهُ وَأَمَرَ بِصِيَامِهِ فَلَمَّا فُرِضَ رَمَضَانُ كَانَ هُوَ الْفَرِيضَةَ وَتُرِكَ يَوْمُ عَاشُورَاءَ فَمَنْ شَاءَ صَامَهُ وَمَنْ شَاءَ تَرَكَهُ
Âişe'nin rivayeti şöyledir: "Âşürâ Kureyş'in Câhiliye devrinde oruç tuttuğu bir gündü. Resûlullah da buna riayet ediyordu. Medine'ye hicret edince bu orucu devam ettirmiş ve başkalarına da emretmişti. Fakat ramazan orucu farz kılınınca kendisi âşürâ gününde oruç tutmayı bırakmış, bundan sonra Müslümanlardan dileyen bu günde oruç tutmuş, dileyen tutmamıştır" (Buhârî, "Şavm", 69; Müsned, VI, 29-30).
Abdullah b. Ömer'in aynı konudaki rivaveti de şöyledir: "Âşürâ Câhiliye devri insanlarının oruç tuttuğu bir gündü. Fakat ramazan orucu farz kılınınca Resûlullah'a âşürâ konusu sorulmuş, o da, 'Âşürâ Allah'ın günlerinden bir gündür, dileyen bu günde oruç tutsun, dileyen tutmasın' buyurmuştur" (Müsned, II, 57, 143).
Câhiliye devrinde Kureyş'in de tuttuğu âşürâ orucunu Hz. Peygamber bi'setten önce tutmuş, sonra bir ara terketmişse de Medine'ye hicret edince Hz. Musa'nın dinine uyarak ramazan orucu farz kılınıncaya kadar bir veya iki sefer o da bu orucu tutmuş ve müslümanlara da tutmalarını emretmiştir. Hatta bu konuda henüz bir emir bulunmamakla birlikte Resûlullah münâdîler çıkararak âşürâ orucunu halka duyurmuş, geceleyin oruca niyet etmeyenlerin günün yarısında haberdar olsalar dahi o andan itibaren oruca başlamalarını emretmiş, ancak ramazan orucunun farz kılınmasıyla bu orucu isteğe bırakmıştır.
Araplar'ın, âşürâ günü doğduğu rivayet edilen ve Kabe'yi inşa eden ataları Hz. İbrahim'in hâtırasına hürmeten bu günü yaşatmış olmaları uzak bir ihtimal değildir.
Hz. Mûsâ ile İsrâiloğulları'nın Firavun'un elinden âşürâ günü kurtulduğunu ve Hz. Nuh'un gemisinin Cûdî dağına aynı gün oturduğunu söyleyen Yahudileri Hz. Peygamber'in tekzip etmemesi, hatta, "Biz Musa'ya sizden daha lâyıkız" diyerek bu günde oruç tutulmasını emretmesi âşûrânın Nuh'tan itibaren semavî dinlerde önemli bir yer işgal ettiğine işaret etmektedir.
Bir Reddiye:
(Hz. Peygamber'in âşürâ orucunu tutmayı Yahudilerden öğrendiğini, fakat aralarının bozulması üzerine bu orucu terk edip ramazanı farz kıldığını) öne süren müsteşrik Caetani (İslâm Tarihi, III, 207-208) ile Wensinck'in iddiaları son derece sübjektif ve hatta art niyetin bir ifadesidir. Zira, yukarıda da belirtildiği gibi, Araplar'ın Câhiliye devrinde âşürâ gününe önem verip oruç tuttukları, Hz. Peygamber'in de bi'setten önce bu oruca devam ettiği sahih rivayetlerle sabittir. Esasen Caetani'nin. bu haberin sadece Âişe rivayetiyle yalnız Buhârî'de bulunduğunu söylemesi araştırmalarının eksikliğini gösterir. Çünkü bu haber Hz. Âişe yanında Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Umeyr rivayetiyle de sabit olup bu rivayetler birkaç hadis kitabında mevcuttur (bk. Müslim, "Şı-yâm", 134; Tirmizî, "Şavm", 50; el-Muuat-ta , "Şıyâm", 33).
Caetani'nin, orucu Allah'ın değil Hz. Peygamber'in farz kıldığını öne sürmesi ise İslâm'a karşı kötü niyetli bir yaklaşımın tipik örneğidir. Her şeyden önce, ibadetlerin şekil ve zamanının Allah tarafından tayin edildiği hususu, bütün semavî dinlerin kabul ettiği bir gerçektir. Hz. Nûh, İbrahim, Mûsâ ve İsâ'nın dini üzere gönderilen (bk. el-Hac 22/78; eş-Şûrâ 42/13) Hz. Muhammed (A)'in sadece Yahudilere has olmayan âşürâ orucunu emretmesi tabii bir şeydir. Böyle bir tavsiyeden yahudileri taklit ettiği neticesini çıkarmak, semavî dinlerin aynı kaynağa bağlı olduğunu kabul etmemektir. Kaldı ki Resul-i Ekrem, yahudileri taklit etmemek ve hurafelerinin İslâm bünyesine girmesine engel olmak için müminleri uyarmış ve sadece âşürâ günü değil muharremin dokuz, on ve on birinci günlerinde oruç tutmalarını tavsiye etmiştir (Buhârî, "Şavm", 69; Aynî, IX, 190).
4. Hicri takvimin başlangıç zamanı olarak Peygamber (s.a.) Efendimizin hicret ettiği tarih esas alınmıştır. Buna göre 1 muharrem 622 tarihi Hicri Takvimin başlangıç günü kabul edilmektedir.Yani Hicri Yılbaşı. İslam alemi için önemli bir gün..
Çünkü Müslümanların manevi hayatının vazgeçilmezi olan ibadetlerin bir kısmı hicri yıla göre yerine getirilir. Oruç, hac, kandil günleri gibi... Ayın hareketleri esas alınarak hesaplanan hicrî yıl 354 gün sürüyor ve her ay, geçen senenin yaklaşık onbir gün öncesi başlıyor. Ramazan, Bayram, Hac gibi mübarek günler yıl içinde mevsimden mevsime dolanarak devrini tamamlıyor. Böylece oruç, hac gibi kendine göre zorlukları olan ibadetler 33 yılda bütün bir yılı dolaşarak aynı tarihe dönüyor.
5. Âşûrâ'nın İslâm tarihinde siyasî bir yönü de vardır. Hz. Hüseyin'in 10 Muharrem 61'de (1 Ekim 680) Kerbelâ'da şehid edilmesinden sonra Şîa için bu tarih önem kazanmış ve Hz. Hüseyin'in intikamını alma ahdinin tazelendiği bir matem günü olmuştur. Şiîler'in her yıl dövünerek, kendilerine işkence yaparak tutmaya başladıkları bu matem orucu Şiî-Fâtımî devletinin himayesinde devlet merasimleriyle icra edilmiş, daha sonra bu merasimler İran'da gelenek halini almıştır. Esasen dinin yasakladığı bu nevi bir matem, Şiî inancın canlı tutulmasında ve mezhep bütünlüğünün sağlanmasında önemli rol oynamıştır. (D.İ.A Aşüre md.)
Bu günde Hz. Hüseyin'in (R) uğradığı ihaneti anmak isteyen kimse, Allah'ın emrine uyarak ve Ulu Allah'ın «Onlara Allâh'dan mağfiret ve rahmet vardır. İşte onlar hidâyete erenlerdir» mealindeki âyetle Hz. Hüseyin'e (R.A.) ayırdığı mertebeye saygı duyarak sadece sık sık «İnnâ liliâhi ve inna ileyhi râciûn» demesi gerekir.
Bunun dışında hiç kimsenin, sakın ve sakın râfizilerin ve benzerlerinin yas tutma, ağlaşma ve döğünme gibi geleneklerine uymamalıdır. Çünki böyle davranmak, mü'min ahlâkına uymaz. Eğer böyle davranmak meşru olsaydı, Hz. Hüseyin'in (R.A.) dedesi olan Peygamber'imizin ölüm gününde yas tutmak daha yerinde olurdu.
Aşure'nin Günün Fazileti:
Ebû Hüreyre'nin bir rivayetine gore; Bir sahâbi Allah'ın Resulüne (S.) geldi ve sordu: (Ya Resûlellah!) Ramazan ayında tutulan orucun dışında (Allah katında) en değerli olan oruç hangi (günerde tutulan) oruçtur?
Muharrem olarak isimlendirdiğimiz Allah'ın ayında tuttuğunuz oruçlardır. (I. Mace K. Siyam B. Sıyam.)
عَنْ الرُّبَيِّعِ بِنْتِ مُعَوِّذٍ قَالَتْ:
أَرْسَلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ غَدَاةَ عَاشُورَاءَ إِلَى قُرَى الْأَنْصَارِ مَنْ أَصْبَحَ مُفْطِرًا فَلْيُتِمَّ بَقِيَّةَ يَوْمِهِ وَمَنْ أَصْبَحَ صَائِمًا فَليَصُمْ قَالَتْ فَكُنَّا نَصُومُهُ بَعْدُ وَنُصَوِّمُ صِبْيَانَنَا وَنَجْعَلُ لَهُمْ اللُّعْبَةَ مِنْ الْعِهْنِ فَإِذَا بَكَى أَحَدُهُمْ عَلَى الطَّعَامِ أَعْطَيْنَاهُ ذَاكَ حَتَّى يَكُونَ عِنْدَ الْإِفْطَارِ
Rubeyyı®' der ki, Resûlullah(S)Aşure günü öğle vakti Ensar köylerine haber salarak "kim oruca niyet etmemişse günün geri kalan kısmını oruçlu geçirsin ve kim de oruçlu ise orucuna devam etsin" buyurdu. Bu emrinden sonra Aşûra gününün orucunu tutardık ve küçük çocuklarımıza da tuttururduk ve onlarla mescide girerdik ve çocuklarımıza boyalı yünden oyuncak verirdik, bunlardan yemek için ağlayan olursa iftar vakti erişinceye kadar bu oyuncaklarla eğlendirirdik." (Buhari,Müslim)
Bakınız, Zaman-ı Saadette, Sadr-ı İslâmda Müslümanlar evlâtlarına namaz ve oruç gibi ibâdetlere tâ küçükten alıştırmağa nasıl dikkat edilmiştir!
عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ:
مَا رَأَيْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَتَحَرَّى صِيَامَ يَوْمٍ فَضَّلَهُ عَلَى غَيْرِهِ إِلَّا هَذَا الْيَوْمَ يَوْمَ عَاشُورَاءَ وَهَذَا الشَّهْرَ يَعْنِي شَهْرَ رَمَضَانَ
İbn Abbas (R) şöyle anlatıyor: "Hz. Peygamber(s) in gün olarak yalnız Aşure ve ay olarak ta sadece şu Ramazan orucuna değer verip üzerinde durduğunu görmedim." (Buhari)
Yine yüce Peygamber(s) bu günün önemiyle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
وَصِيَامُ يَوْمِ عَاشُورَاءَ أَحْتَسِبُ عَلَى اللَّهِ أَنْ يُكَفِّرَ السَّنَةَ الَّتِي قَبْلَهُ
"Sanıyorumki Aşüre orucu önceki bir senenin günahlarına kefaret olur." (Müslim)
Konuyla ilgili diğer bir hadiste şöyledir:
أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ سُئِلَ عَنْ صَوْمِ يَوْمِ عَرَفَةَ فَقَالَ كَفَّارَةُ سَنَتَيْنِ وَسُئِلَ عَنْ صَوْمِ يَوْمِ عَاشُورَاءَ فَقَالَ كَفَّارَةُ سَنَةٍ
Hz. Peygamber(s) e Arefe günü orucundan soruldu, O'da: "Bu oruç iki yılın günahına kefarettir." Aşure günü orucu hakkında ise; "Bu oruç bir sene içinde işlenmiş günahları yok edip siler" buyurmuştur. (Ahmed,20/46)
Çocukları da Alıştırma
Ashâb-ı kiram, nafile ibâdetlerdeki hassasiyetlerini evlâtlarına da yansıtırlardı. Hanım sahâbîlerden Rubeyyi' bint-i Muavviz -radıyallâhu anhâ- diyor ki:
"...Biz Aşure orucu tutardık. Küçük çocuklarımıza da tuttururduk. Mescide gider çocuklara yünden oyuncaklar yapardık. Onlardan biri yiyecek için ağladığında bu oyuncağı vererek onu iftar vaktine kadar oyalardık." (Buhârî, Savm, 47; Müslim, Sıyâm, 136)
Aşure Günü Tasadduk:
عن أبي هريرة ، أن رسول الله صلى الله عليه وسلم ، قال : « من وسع على عياله وأهله يوم عاشوراء وسع الله عليه سائر سنته » . « هذه الأسانيد وإن كانت ضعيفة فهي إذا ضم بعضها إلى بعض أخذت قوة ، والله أعلم »
Beyhâkînin Ebu Hüreyre®den rivayetine göre Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
« Aşure Günü kim aile halkına ve yakınlarına karşı cömert davranırsa, Allah da onu bütün sene boyunca genişliğe kavuşturur.» (Beyhaki Şuabül İman,8/331)
İmam Beyhaki birkaç sahabinin rivayetini topladıktan sora şöyle değerlendirme yapmıştır: Bu hadislerin senetlerinde kopukluk olsa dahi, değişik sahabilerden aynı anlamdaki hadisler rivayet edildiği için bu hadis sıhhat açısından makbul sayılır. İmani konuları ifade etmeyip faza-ili amali içerdiği için, bu gibi hadislerle amel edilmesinde bir mahzur yoktur.
Taberânî'nin kaydettiği ve rivayet zincirinde belirsizlik bulunan bir hadise göre, Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
«Aşure Günü verilen bir dirhemlik sadakaya yediyüz bin dirhem gibi sevâb verilir.»
Aşure Yemeği:
Aşure Yemeği: Nuh (a.s) beraberindekilerle gemiden Âşûrâ günü indi. O gün oruç tuttu ve Allah'a şükür olmak üzere maiyyetine de oruç tutmaların emretti.
Azıkları artmıştı. Birisi bir avuç buğday, diğeri bir avuç mercimek, diğeri bir avuç nohut getirdi. Yedi çeşit hububat ile Nuh (a.s) onlara yemek pişirdi. Hepsi nebilerinin bereketiyle doydular. Tufandan sonra yeryüzünde pişirilen ilk taam budur. İnsanlar bunu Âşûrâ günleri için âdet edindiler ki, yapanlar için ecr-i azım vardır. Fakirleri ve miskkinleri de doyurmak lâzımdır. ( Ruhu'l-Beyân, 2/93, Ramazanoğlu Mahmud Sâmî, Yûnus ve Hûd Sûreleri Tefsiri, s. 111-US)
Müslüman Türkler'in dinî halk geleneğinde önemli bir yer tutan âşûrâ, aynı zamanda, muharremin onuncu günü başlamak üzere daha sonraki günlerde de özel merasimlerle pişirilip dağıtılan tatlıya (aşure) ad olmuştur. Çok eskiden beri devam eden aşure aşı Osmanlılar döneminde sarayda da pişirilirdi. Helvacıların nezâretindeki aşçılar ve kiler ağaları tarafından hazırlanan aşure, muharremin onundan itibaren "aşure testisi" adı verilen özel kaplarla saray dairelerine ve halka birkaç gün süreyle dağıtılırdı.
Anadolu'da zengin aileler ve esnaf teşkilâtları tarafından pişirilen aşure sebilciler, duagûlar ve halkın iştirak ettiği merasimlerle dağıtılır, bazı bölgelerde aşure dağıtımından sonra kurban kesilirdi. Günümüzde de âşûrâ orucu tutmak ve aşure tatlısı pişirmek bütün canlılığıyla devam etmektedir.(D.İ.A Aşüre md)
Âşûrâda oruç tutmanın fazileti konusunda sahih hadislerin bulunmasına karşılık o gün yıkanmak, gözlere sürme çekmek, süslenmek, kına yakmak, bayramlaşmak, hububat karışımı aş (aşure) pişirmek, sadaka vermek, mescidleri ziyaret etmek gibi fiiller hakkında sahih bir rivayete rastlanmamıştır.
Ancak gelenek hale dönüşen ve asırlardır uygulanan bu gibi fiiller, imani ve teabbudi kanuları ifade etmediği sürece, yalnız tarihi çok önemli bir olayı unutmama adına, yapılmasında bir hahzur yoktur. Bu konu bidat ve hurafe olarak ta değerlendirilmesi usul açısından yanlış olacaktır.
Aşure Orucunun Zamanı:
Hicretten önce bu günü oruçla geçiren Peygamber'imiz Medine'ye gelince, emrini yeniledi.
ابْنَ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا يَقُولُ:
حِينَ صَامَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَ عَاشُورَاءَ وَأَمَرَ بِصِيَامِهِ قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّهُ يَوْمٌ تُعَظِّمُهُ الْيَهُودُ وَالنَّصَارَى فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَإِذَا كَانَ الْعَامُ الْمُقْبِلُ إِنْ شَاءَ اللَّهُ صُمْنَا الْيَوْمَ التَّاسِعَ قَالَ فَلَمْ يَأْتِ الْعَامُ الْمُقْبِلُ حَتَّى تُوُفِّيَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
İbn Abbas®: Peygamber'imizin (S.A.S.) Aşure günü orucunu tuttu ve tutulmasını da emretti. Sahabeden birisi: Ey Allahın Resulü Yahudi ve Hiristiyanlar da o güne değer veriyor ne dersiniz? O da şöyle buyurdu: «Eğer gelecek seneye kadar yaşarsam, Aşure Günlerin dokuzuncu ve onuncusunda oruç tutacağım» diye buyurduğu ve fakat o yıl içinde Allah'a kavuştuğu,( Müslim 5/479)
Buna göre onuncu günden başka bir gün oruç tutmadı ise de, bu arzuda olduğu görülmektedir.
Aşüre orucu, dokuzuncu ve ononcu veya onuncu onbirinci günü tutulması sünnete en uygun olan harekettir.
ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ:
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ صُومُوا يَوْمَ عَاشُورَاءَ وَخَالِفُوا فِيهِ الْيَهُودَ صُومُوا قَبْلَهُ يَوْمًا أَوْ بَعْدَهُ يَوْمًا
İbn Abbas® dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber ( s) Şöyle buyurdu: «Siz Aşure Günü'nden bir gün önce ve bir gün daha oruç tutarak Yahudilerin geleneğinden ayrılın»(Ahmed 5/79)
Çünki, Yahudiler sırf Aşure Günü oruç tutuyorlardı.
Aşure Orucunun Hükmü:
Ramazandan önce bu günde oruç tutmanın önce farz kılınıp sonra bu emrin ortadan kalktığı ileri sürülür
فَلَمَّا قَدِمَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمَدِينَةَ صَامَهُ وَأَمَرَ بِصِيَامِهِ فَلَمَّا فُرِضَ رَمَضَانُ كَانَ هُوَ الْفَرِيضَةَ وَتُرِكَ يَوْمُ عَاشُورَاءَ فَمَنْ شَاءَ صَامَهُ وَمَنْ شَاءَ تَرَكَهُ
Medine'ye hicret edince bu orucu devam ettirmiş ve başkalarına da emretmişti. Fakat ramazan orucu farz kılınınca kendisi âşürâ gününde oruç tutmayı bırakmış, bundan sonra Müslümanlardan dileyen bu günde oruç tutmuş, dileyen tutmamıştır" (Buhârî, "Şavm", 69; Müsned, VI, 29-30).
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
— "Aşure günü orucunu tutmakla emrolundum. İsteyen o gün oruç tutar, istemeyen de o gün oruç tutmaz."
Hz. Peygamberin bu uygulaması müctehitler tarafından sünnet olduğunu belirtilmiş ve bu Aşure orucu da Müslümanlar tarafından tutula gelmiştir. (Zuhayli, fıkıh Ans.3/127)
Çocukların oruç tutmaları hakkında cumhur ulemaya göre bulûğa ermeyen çocuklara oruç vâcib değildir, Ancak çocukların ibâdete alıştırılmaları için bu müstahsen addedilmiştir. Ve bunların vesile-i hayr ve bereket olacağını kabul etmişlerdir.
İşte Aziz Mü'minler!
Mübarek gün ve geceler, bir bakıma, insanlara, Cenab-ı Hakk'a daha da yakınlaşma adına, kaçırdıkları fırsatları yeniden elde etmek için, avans kabilinden verilmiş kutlu zaman dilimleridir.
Rabbimiz çok merhametli. Bakınız Allah Rasulü (s) Rabbimizin o engin rahmetini nasıl anlatıyor: Nebiler Nebisi, saadet meclisinde otururlarken mescide bir esir grubu getirilir. O sırada Allah Rasûlü bir kadının yana yakıla bir şeyler aradığını görür. Kadın yakaladığı her çocuğu sinesine basıyor, kokluyor, sonra bırakıyordu. Sonra kendi yavrusunu bulur ve bağrına basar. Doyma bilmeden onu öper, koklar, tekrar bağrına basar. Allah Rasûlü bu manzara karşısında iyice dolar. Hıçkıra hıçkıra ağlayarak parmağıyla yanındakilere bu kadını gösterir ve:
- Şu kadını görüyor musunuz?, der. Sahabe cevap verir: "Evet ya Rasulallah!" Allah Rasûlü tekrar:
- Bu kadın şu kucağındaki çocuğunu ateşe atar mı?, diye sorar. Sahabe "Hayır ya Rasulallah!" karşılığını verir. Ve işte bunun üzerine İki Cihan Serveri şu hikmet dolu sözleri söyler:
- Allah o kadından daha şefkatlidir, kullarını cehenneme atmak istemez. (Buhari, Edeb, 18; Müslim, Tevbe, 4)
İşte bu ölçüde şefkatli ve merhametli olan Allahu Teala, sene içinde biz kullarına gönül dünyalarında adeta bir manevi hamle yapmaları adına özel gün ve geceler nasib etmiş. O'na binlerce hamd ü sena olsun. Bizim de bu günleri bir fırsat bilerek çok iyi değerlendirmemiz gerekir. Aslında biraz gönül uyanıklığı, dikkat ve samimiyetle bu günlerin feyzinden yararlanabilirsek manevi yoldaki, pek çok eksiğimizi telafi edebilir ve kamil insan olma yolunda mesafeler kat edebiliriz.
Sonuç:
-Aşure orucu, İslama göre sünnet olup bütün Peygamberlerin yapa geldikleri ve Peygamber(S)’in de üzerinde durduğu önemli bir ibadettir. Bu ise Muharremin 9. ve 10. veya 10. ve 11. günleri olarak iki gün tutulması esastır.
-Bunca tarihi olayların gerçekleştiği bu Aşure günü, bizim hayatımızda da bir inkılaba ve kurtuluşa vesile olmalıdır.
-Nasıl ki Hz. Musa(a) kızıl denizi Allahın lutfuyla yarıp kavmiyle beraber Firavunun zulmünden kurtulduysa, Bu ay içinde de Filistin’deki Mazlumları Firavunun zulmünü aratmayan İsrail Yahudilerinden kurtulmayı nasip etsin !
-Kurtuluş Nuh(a)un gemisindedir. Yüce Mevlamızın bizler için inşa ettiği gemi Kur'ani hayattır. Ancak bununla gemiye kabul edilir ve ahirete de bununla yolculuk yapabiliriz. Yüce Mevlamız: Hz.Peygamberin “Bir ucu gökte diğer ucu yerde olan Kurandan” bizleri uzak eylemesin!
-Akıllı bir Müslüman zamanı çok iyi değerlendirmeli, Aşure günü gibi kıymetli zaman dilimlerini fırsat bilmelidir.
M. KAVA
KAŞ - 26.01.2007