top of page

Ramazan Ayının Kazanımları-Vehbi AKŞİT

Güncelleme tarihi: 7 Şub 2022

Yüce Allah’a karşı kulluk sorumluluğumuz sadece Ramazan ayına mahsus değildir. Dinimizin emir ve yasakları mevsimlere göre değişen, şekillenen, mevsimi geçince çıkarılıp bir kenara bırakılan elbiseler gibi değildir.


Bunun için Ramazan ayı boyunca aksatmadan yerine getirdiğimiz ibadetlerimizi devam ettirmeliyiz.


Terk ettiğimiz kötü alışkanlıklara, günahlara tekrar geri dönmemeliyiz. Ramazan-ı Şerif’e gösterdiğimiz saygıdan dolayı birtakım kötü alışkanlıkların terk edilmesi ne kadar sevindirici ise, Ramazan bitince günahlara ve kötülüklere tekrar dönülmesi de o kadar üzücü ve düşündürücüdür.



Bilindiği gibi insanın maddi ve manevi ihtiyaçları vardır. Vücudumuz maddi gıdalarla beslendiği gibi ruhumuzun da manevi gıda olan ibadetlerle devamlı beslenmelidir. Nasıl haftada bir defa veya yılda sadece bir ay yiyip içmek suretiyle bedenin maddi ihtiyaçları karşılanmıyor ise, haftada bir Cuma namazı kılmak veya yılda sadece Ramazan ayında ibadet etmekle manevi ihtiyaçlar da karşılanmaz olmaz.


Dolayısıyla Ramazan ayında kazandığımız bir takım iyi huylar ve güzel amelleri hayatımız boyunca devam ettirmeliyiz. Zira ömrün en hayırlısı, ibadetlere sabır göstererek Yüce Allah’ın rızası doğrultusunda sürdürülenidir. Kadın erkek tüm mü’minler büluğ çağından son nefesine kadar Yüce Allah’a ibadet etmekle yükümlüdürler.

Nitekim Cenab-ı Hakk’ın

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَاْتِيَكَ الْيَقٖينُ

“Ölüm sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et” (Hicr:15/99) emri bunu ifade etmektedir.


RAMAZAN NELERİ DEĞİŞTİRİR


(Mehmet PAKSU, Dünden Bugüne Tercüman, 15.10.2004)


Bugün dünyanın dörtte biri ortak bir ibadet olan oruç ibadetinin son cuması için camilere toplandı. 1,5 milyar Müslüman sahura kalktı ve Ramazan ayının sonuna ulaştı.


Fakiri zengini, kadını erkeği, yaşlısı genci ortak bir sevinci paylaştı. Sadece Allah’ın emri olduğu için oruç tutuyor.

O “Yeme!” dediği için yemiyor, O “Ye!” deyince de iftarını yapıyor.


Bir ay boyu haramı terk ettiği gibi, helale de el sürmüyor, ağzına almıyor, yemiyor, içmiyor. Her zaman istediği gibi hareket etmeye alışmış olan nefis emir dinlemeyi öğreniyor; kulluğun farkına varıyor.


Çünkü yediğimiz, içtiğimiz, istifade ettiğimiz, sahip olduğumuz hiçbir nimet gerçek anlamda bizim değil. Hepsi Ondan geliyor ve Onun mülkü. Beden de Onun, ruh da; hayat da Onun, duygularımızın tamamı da


Böylece oruçla birlikte maddi ve manevi bütün varlığımız hakiki mülk sahibinin emrine giriyor. Ondan geldiğimizi ve tekrar Ona döneceğimizi anlıyoruz.


***

Nimetin gerçek sahibini bilmek, nimetin değerini ortaya çıkarıyor. Sadece ve sadece nimeti Verene minnet duyma özgürlüğünü hissettiriyor. Kula kul olma, maddeye esir olma, hazlarının peşinde sürüklenme gibi tehlikelerden kurtuluyor. Böylece gerçek şükrün tadına varıyoruz.


Ramazan’la birlikte her zaman elimizin altında hazır duran ve herkesin imkânı dairesinde olan birçok nimetin önemi ve değeri artıyor. Şayet susuzluktan dilimiz damağımız kurumuşsa, bir bardak su bizim için dünyalara bedel oluyor. Açlıktan midemiz kıvranıyorsa bir lokma sıcak pide burnumuzda tütüyor ve bütün nimetlerin önüne geçiyor.


Böylece su sıkıntısı ve açlık acısı çeken insanların acı hallerini bizzat yaşıyoruz. Ve sonuçta içimizdeki yardımlaşma duyguları canlanıyor.


***

Ramazan ayı girer girmez kulluk bilinci bütün yönleriyle devreye giriyor. Bir kul olarak her zaman ve her fırsatta Allah’a olan ihtiyacımız öne çıkıyor.


Gün boyu aç ve susuz duran insan, halsiz ve mecalsiz kalıyor, takatini ve gücünü kaybediyor; âciz, zayıf ve her şeye muhtaç bir varlık olduğunun farkına varıyor.


Sonunda da kendisini kudreti sonsuz bir Kadîr’in, nimeti sonsuz bir Rezzâk’ın, merhameti sonsuz bir Rahîm’ın huzurunda ve önünde hissediyor. Kul olmanın zevkini ve keyfini yaşıyor.


***

Ramazan başlı başına bir nefis eğitimidir, bir ruh dinginliğidir, bir kalb ferahlığıdır ve bir vicdan huzurudur. Gençliğine, servetine, gücüne, imkânına, makamına ve mevkiine güvenen insan oruçla buluşunca, Rabbiyle beraber oluyor; sonuç itibariyle de şeytanın ve nefsin elinden yakasını kurtarıyor, kendini rahmetin eline teslim ediyor. Çünkü gün gelir, gençlik de gider, dinçlikte; mal da biter, imkânlar da; makam mevki de elden çıkar, servet ve gelir de…


Ama bitmeyen, tükenmeyen, her zaman hazır ve nâzır olan, elini açtığında huzurunda, kalbini yönelttiğinde içinde ve yanında hissettiği bir Rabbi var. O her şeye bedel ve her şeye yeter. Diğerleri bitse de, tükense de, kaybolsa da, O her zaman var ve bâkîdir.


Böylece oruçlu insan, günün bütün saatlerinde doğrudan doğruya Rabbiyle birlikte olur, beraber olur, hep Onunla bulunur.


***

Oruç sadece mideyle alakalı bir ibadet değildir. Mideyle birlikte diğer aza ve duyguların da oruçlu olması lazım ki, mükemmel bir oruç tutulmuş olsun. Dil, göz, kulak, kalb, hayal ve fikir gibi duygular da oruca başlamalı. Dil, yalandan, gıybetten ve kötü sözlerden uzak durmalı; zikir, tesbih ve Kur’ân’la meşgul olmalı.


Göz kendine hâkim olmalı, her olur olmaz görüntülere bakmamalı, her şeye ve her olaya ibret bakışını göndermeli. Kulak kendini koruma altına almalı, kötü ve çirkin söze itibar etmemeli; bunun yerine güzel, faydalı ve sevaplı sözleri dinlemeye çalışmalı.


Kalp ve hayal gibi duygular da iyiye, güzele, hayra ve sevgiye yönelmeli. Böylece hem kendisi rahat etmeli, hem de başkalarının rahatını temin etmeli.

Bu şekilde Ramazan, bir beden ve ruh bütünlüğü içinde yaşanırsa, ülkeye ve dünyaya sevgi ve barış mesajları yayılır.


***

Eviniz Kendinizin mi?

Meltem Erdem, “Eviniz Kendinizin Mi?”, Altınoluk Dergisi, Ekim 2002, Sayı:200, s.54


“Eviniz kira mı, yoksa kendinizin mi?” İnsanlar birbirleriyle tanıştıktan sonraki safhalarda; bir yerlerde bu soru bir şekilde geçer. Herkesin hayallerinde iyi bir ev sahibi olmak olur genelde. Nitekim Peygamberimiz (s.a.)’in hadîs-i şerifiyle de kişinin geniş bir eve olan ihtiyacı teyid edilmiş bir husustur.


Son bir ay içerisinde kiralık ev arayıp tutma meseleleriyle hemhâl olduğumuzdan dolayı; bunun bana çağrıştırdığı farklı boyutları sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayısını hatırlayamayacağım pek çok ev dolaştım ve ev sahipleriyle görüştüm.


Dikkatimi çeken ilk husus, insanımızın kul hakkı anlayışının ve buna bağlı olarak birbirlerine olan güvenlerinin inanılmaz derecede yaralanmış olmasıydı.


Ev sahiplerinin son derece tedirgin olması, yüksek meblağda istedikleri depozitoların en haklı gerekçesi haline geliyordu. Başlarına gelen ya da çevrelerinden duydukları deneyimler havsalaları zorluyordu.


Kiracıların eve verdikleri akıl almaz zararlar, insanımızın ne derece özünden ve islâmî kimliğinden uzaklaştığının acı göstergeleriydi. Bir ev sahibi aynen şunları söylemişti: Bu evi kendim oturmak için özene bezene yaptırmıştım. Fakat kiraya vermem icâb etti.

Artık bu evdeki her şeyi gözden çıkarmak zorundayım. O yüzden depozitoyu yüksek istiyorum. Gözden çıkarmak; yani insanlığın hatırı sayılır yüzdesine güveni kaybetmek…

Ecdadımızdan, düşmanlarına bile parmak ısırtan Osmanlı toplumundan bugüne, bozulan ve zedelenen değerlerimizin bir yönü bu. Kul hakkı için kalbi titreyen, hayvanı komşusunun bahçesine girdi diye değişim müddetince sütünü komşusuna veren nesil nerede?… Evin parkelerinin üzerinde sigara söndüren, savaştan çıkmışcasına tahrip etmeyi vicdanına sığdıran nesil nerede?…


Evi tutarken imzaladığımız kontrat da beni farklı boyutlara götürdü… Aldığımız emanetin vasıflarını bozmadan teslim edemezsek depozitoyu geri alamayacaktık… Sıfır olarak teslim edilmiş şeylerse özellikle belirtilmişti. Ya bizim sahip olduğumuz diğer sayısız emânetler? Rabbimiz bize hepsini tertemiz vermiş; yani sıfır olarak… Kalbimiz, zihnimiz, midemiz, diğer âzâlarımız, evlâtlarımız ve hayatımız meselâ… Mükellef oluncaya kadar günahsız olan hayâtımız…


Diğer emânetler de, Rabbimizin kendisini temsil edecek halifesine, esmhaü’l-hüsnâsını en güzel bir şekilde yansıtabilecek kapasiteye sahip olarak donatılmış.


Peki, bizler bu emânetlerin “emânet” vasfını ne kadar sıklıkla hatırlayabiliyor, tertemiz muhafaza edebilmek için ne kadar özen gösterebiliyoruz? Ya bu emânetleri amacından saptırdığımız derecede zarar görecek olan ebedî yurdumuzun endişesi ne kadar yer ediyor gönlümüzde? Ve bize müsahhar kılınan muhteşem kâinâtın yegâne sahibinin rızâsına muhâlif adım atmaktan ne derece çekiniyoruz hayat rotamızı belirlerken?


Kirâcılığımız boyunca, yüzümüz kara çıkmasın diye, çıkarken ev sahibine göstereceğimiz evi elimizden geldiğince muhâfaza ediyoruz. Ya dilimizin susup âzâlarımızın konuşturulacağı günün bilinci, hayat maratonundaki hareketlerimizde ne kadar belirleyici rol oynuyor?


Bir diğer boyut da kiracı olarak oturduğumuz eve bakış açımız; emanet gözüyle bakmaktan kendimizi alıkoyamayışımız. Sahiplenemiyoruz…. Kendi evimiz diye kalıcı düşünemiyoruz kendimizi…


Bir misafire benziyoruz. Sahip olacağımız ev süslüyor hayallerimizi… Halbuki sahibi olunan evlerde birer misafirhâne değil mi? Hani bir adam, bir evin önünde oturan çocuğa “şu misâfirhânede birkaç gün kalabilir miyim?” diye soruyor da; çocuk da orasının bir misafirhâne değil kendi evleri olduğunu söylüyor.

Adam da çocuğa evin kimden kaldığını soruyor. “Dedemden” cevabını alınca ona kimden kaldığını soruyor. “Ona da babasından” cevabından sonra; öyleyse bu ev misâfirhâne değil de nedir? diyerek çekip gider. Bu hikâye olsun,


“Mal sahibi, mülk sahibi; hani bunun ilk sâhibi?
Malda yalan, mülk de yalan; var biraz da sen oyalan!…”

mısraları olsun, hep bilegeldiğimiz şeyler. Ama yine de öylesine hummâlı bir telâş içerisine giriyoruz ki, çoğu zaman; fâni dediğimiz dünyaya bâkiymiş muâmelesi yapıyor; uğruna kardeşliklerin, dostlukların tehlikeye düştüğü bir mevkiye yerleştiriyoruz…

Ebedî yurdumuzun ve mevkîmizin hayâlini kurup konsantre olmaya, buna göre hayatımızı yönlendirip seviye yükseltmeye ise adeta fırsat bulamıyoruz (!)…


Rabbimiz çevremizdeki sinema perdesi misâli tüm varlıklara, orada tecellî eden görüntüleri ve ardındaki hikmetleri görmeye çalışarak bakmayı nasip etsin. Cümle emânetlerin hesâbını yüz akıyla verenlerden eylesin. Âmin…

ŞEVVAL AYINDA ORUÇ TUTMAK


Ramazan ayından sonra Kameri aylardan Şevval ayı gelir. Şimdi bizler Şevval ayı içindeyiz. Şevval ayı Ramazan bayramıyla başlayan bir aydır. Bu ayda Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hiç terk etmediği altı gün oruç vardır.


Hz. Eyyüb el-Ensarî’den rivayetle Peygamber (s.a.s.) Efendimiz:

“Bir kimse Ramazan ayı orucunu tutar ve ona ilaveten Şevval ayın